28 Haziran 2013 Cuma

Bilgi çağından 'bilinç çağı'na

Bilgi çağından 'bilinç çağı'na

WikiLeaks belgeleri bir kez daha gösterdi ki, bilgi çağı bizleri yeni bir evreye "bilinç çağı"na getirdi. Bu çağda, önümüze gelen bilgileri tasnif edip yorumlayacak, algılama kapasitesi bir değer ve güç haline geliyor.
MEHMET TURGAN ZÜLFİKAR | 22 ARALIK 2010,
Wikileaks, bilgi çağının bizi getirdiği yeni bir fenomen. Bu fenomen hakkındaki görüşler, tüm dünyada kişiye ve yöreye göre değişiyor. New York'un birçok akademik kurumunda bu konu üzerine paneller düzenleniyor. Görüyoruz ki, ABD'de de bu konuyla ilgili görüş ayrılıkları çok. Dünyanın her köşesinde olduğu gibi, sızan bilgilerin içerikleri, sunum öncelikleri, bu siteyi kurgulayanların kim olduğu burada da çokça tartışılıyor.
Kimilerine göre şarlatan, kimilerine göre piyon, kimilerine göre de kahramanlar. Mesela Time dergisi yılın kişisi seçimi yaparken Wikileaks'in tepesindeki Julian Assange ile Facebook'un kurucusu Mark Zuckerberg arasında oldukça zorlanmış. İkisi hakkında yapılan yorum şu: Birisi internette kurduğu sistemle, bireylerin kendi gönül rızalarıyla sundukları özel bilgileri, büyük kurumlara reklama alarak para karşılığı satmakta, diğeri de büyük kurumların özel bilgilerini, ne yapıp edip elde ederek, onların internet üzerinden bireylere bedava sızdırmakta. Gelin görün ki, yılın adamı Zuckerberg oldu.
BİLGİ DEĞİL ALGI KAPASİTEMİZ ÖNE ÇIKIYOR
Sızıntılarda ortaya çıkan kimi detaylar üzerine daha geniş kapsamlı analiz arayışları zorunlu hale geliyor. Bu ise, algı kapasitemizi öne çıkarıyor.
Bir örnek verelim. Onca yoruma rağmen Türkiye'de de gözlerden kaçan bir detay var.
Global ısınmaya yaratan ve tetikleyen sentetik ürünlerle dolu bir dünyada yaşıyoruz. Sentetik bir gerçeklik bu. Petrol tüketiminden moderniteye, ulus-devlet anlayışından genetiği ile oynanmış gıda ürünlerine, sentetik ilaçlardan dayanağı olmayan finans ürünleri ile donatılmış bir ekonomik yapıya kadar çok geniş bir alanı kapsayan bir dünya. Ve hepimizin algılarının doğal bir gerçeklik olarak algıladığı bir dünya bu. Bunun yanında, bu sentetik düzenin tüm saç ayaklarını sorgulayan bir global düşünce hamlesi var. Buna ekolojik uyanış da deniyor. Bu sorgulayan kesimin en etkin olduğu yer, Birleşmiş Milletler bünyesinde düzenlenmekte olan İklim konferansları. Bir öncesi Kopenhag'da olan bu konferansların sonuncusu da geçenlerde Meksika'nın Cancun kentinde gerçekleşti. Detayımız şurada gizli: Wikileaks'i kurgulayanları düzeni sorgulayan kahramanlar olarak görenler, her nedense Wikileaks'in global gündemi işgal ettiği günün özelligini pek dikkate almadılar. Sızıntıları basına verdikleri gün, başta petrolcüler olmak üzere düzenin tam da kendisini temsil eden, sentetik dünya savunucularının geçiştirtmek istedikleri bir gündü; Cancun iklim konferansının başlama günüydü. Ve sızıntılar sayesinde global gündemde konferansın esamesi bile okunmamış oldu.
Önemli bir detay mı? Koordineli olma ihtimali var mı, yoksa sadece tesadüf mü? Yorum getirmek kolay değil. Fakat, New York BM'nin merkezi ve ekolojiye duyarlı örgütlenmelerin de bir nevi merkez üssü ve bu şehirde bugünlerde bu suali soran çok kişi var. Olabilir de olmayabilir de. Bilgiler artık bol olabilir ama aralarında bağlar yakalayabilmemiz için daha özgün niteliklere de gerek var gibi. Haliyle, bu ve bunun gibi kolayca yadsınan detaylar gündeme sunulunca kendi kendimize şu soruyu soruyoruz: algılarımıza ne oldu?
Burada artık sorun şudur; Wikileaks ve benzeri fenomenler neyi değiştiriyor? Yarın başka Wikileaksler de olabilir. Bilgi çağı bizleri yeni bir evreye "bilinç çağı"na getirdi. Bu çağda, önümüze gelen bilgileri tasnif edip yorumlayacak, algılama kapasitesi bir değer ve güç haline geliyor. Hatta buna toplum ve ülke bazına genelleyerek bilinç sermayesi de diyebiliriz. Genel bir gözlem, algılarda bir uyanış hamlesi var olduğu yönündedir.
BİLGİ ÇAĞINDAN BİLİNÇ ÇAĞINA
Bilgi 1990'ların ekonomisinde yegane değer ölçütü olduğu ve internet sayesinde herkese açıldığı için bu döneme bilgi çağı dedik. Bilgi artık dünyanın kullanımına açılmış bir sermaye idi. Bilgi görünmez, bulunmaz bir yeraltı dehlizi değil, gözler önünde gün yüzünde bir okyanus gibi. Bilgi bolluğu da önümüze artık yepyeni açmazlar çıkarmakta. Bu sefer bu okyanusta yolumuzu nasıl bulacağız suali ile başbaşayız. Hangi konuda hangi bilgiyi istesek, internete girdiğimizde birkaç tuşa basmakla o konuda üstümüze bilgi yağıyor. Dil, bu okyanusta bizi seyahat ettiren gemiler gibi ise, algılarımız yani bilinç kapasitemiz de pusulamız oluyor. Bugün sorun algılarımız da.
Sermayesi "bilgi" olan bir evreden sermayesi "bilinç" olacak yeni bir evreye geçiyorsak, bilinçlerimizi şekillendiren algılarımızı gözden geçirmemiz kaçınılmazdır. Fransız devrimi ile başlayıp endüstri devrimi ile hızlanan ve yeni evrelerle bireyin tüm algılarını şekillendiren sentetik gerçeklikler dünyasını iyi gözlemlemeliyiz. Böyle bir ayrıma bizleri taşıyan süreç, biyolojiden ekolojiye, psikolojiden sosyolojiye uzanan bir bütünü şekillendirdi. Ve bireyi çevreleyen tüm alanlarda sentetik bir gerçeklik yarattı. Bir yandan bu kurgu insanlığa tarihinin en büyük sıçramasını yaşatırken, diğer yandan da bireyi doğasından hızla uzaklaştırdı. İnsan özüne ve doğasına yabancılaştı. Artık bir yol ayrımındayız. Ve daha da ötesi şimdi bir kırılma noktası yaşanıyor. Bu kırılma noktasında bilinç öne çıkıyor. Kırılma noktası; sentetik gerçekliği sorgulamak ya da sorgulamamak. Kısacası, sentetik evrende insanın özüne ve dünyanın doğasına yabancılaşmış bir gerçeklik varken; organik diye de adlandırabileceğimiz bir ikinci evrende ise insanın doğal özüne ve dünyanın özgün doğasına dönebilmişlik arayışında olan bir gerçeklik var. İkinci evrene dair algılar bu bilgi okyanusunda çok daha işlevsel.
SENTETİK EVREN NASIL OLDU
1. Ulus-Devlet olgusu bireye sentetik kimlikler giydirdi. Bu sadece Türkiye'de değil, dünyanın her köşesinde böyle oldu. Bürokrasilere, hiyerarşilere, emir-komutalara, ideolojilere, yani envai türlü sentetik güç merkezlerine bireyin hür ve doğal irade kapasitesini feda ettik. Doğa ile aheng içindeki hürlük hissini körelttik. Kendisi ve çevresi ile barışık olamayan nüfuslar ve kollektif nefret sınıflamaları böylesi bir sentetikliğin yan ürünleri oldu.
2. Başta petrol olmak üzere fosil yakıtların enerjideki egemenliği atmosferi sentetik atıklara boğdu, boğmakta. Ülkelerüstü, devletlerüstü bir kartel halinde böylesi bir enerji kültürü statükolaştı. Algılarımız bu kurgunun alternatifini imkansıza yakınmış gibi bir ihtimale yerleştirdi. Neticede teneffüs edilen hava artık eski hava olmaktan çıktı. Daha da önemlisi, karbon salınımı öyle noktalara ulaştı ki artık telafisi olamayacak sınırı geçtik. Ve algılarımız bunu gündelik yaşamda tamamıyla kanıksamış hal aldı.
3. Gıda ürünleri sentetikleşti: Kimyasal gübrelerden kimyevi koruyuculara, genetiği ile oynanmış tohumlardan sentetik şekere kadar. Doğanın bir parçası olan biyolojimizi sentetik ürünlerle besler olduk. Obeziteyi kanıksadık. Böylesi gıda tüketiminin nice yan etkisini algılarımız gerçeklik olarak kabullenir oldu. İngilizce'de bir deyim vardır, "what you eat is what you are" (ne yersen sen osundur). Açıkçası biyolojik olarak başkalaştık.
4. Ekonomi, sentetik finans ürünleri ile kurgulanmış bir sisteme yerleşti. Bu da bireyin ekonomik faaliyetlerindeki değerlendirme algısını sürekli etkiler hal aldı. Neye niye yatırım yaptığını algılama ihtiyacı hissetmeden bireyler birikimlerini ihtimaller alemine gönderir oldu. Tüm gelecekler ve birikimler rahatlıkla risklere bağlanabilir hale geldi. Bilinçsiz borçlanma hayat anlayışı halini aldı. Öyle ki 2008 finans krizinin kökenlerinde tamamıyla bu algı kaymasının rolü gözlemlendi.
5. Tüketim kültürü tamamıyla irade dışı etkenlerce bireyin karar kapasitesini etkiler bir hale büründü. Öyle ki özellikle Çin'den yola çıkıp tüm dünyaya yayılan sağlıksız ve verimsiz ürünlerin pazar payının devasalığında da böylesi bir algı kaymasının rolünü gözlemler olduk. Çevre, kalite, estetik ve sağlık kaygıları taşımadan üretilmiş mamüller gündelik hayatımıza yerleşti. Algılarımız öyle bir hal aldı ki kaliteli ama çok uzun ömürlü bir ürüne kalitesiz ama çok çok daha kısa ömürlü bir ürünü tercih eder olduk. Kar ettiğimizi sanırken uzun vadede ne zararlar ettiğimizi algılayamaz olduk.
6. Tüketilen sentetik gıdalar bir yandan, sağlık kaygısı taşımadan üretilmiş ve tüketilmiş mamüllerin nice negatif etkileri diğer yandan, kaotik bir sağlıksızlık sarmalına girilmiş olundu. Girildikçe bir diğer yandan da tedavi müptelalığı baş gösterir oldu. Tabiri caizse biyolojik özgürlüğümüzü yitirdik. Bu tüm dünya için geçerli bir açmaz halini aldı. Sentetik ürünlerin bünyemizde var ettiği sorunları yine sentetik ilaçlar ile giderme kültürünü kanıksadık. Bir kısır döngüye hapsolduk.
FARKINDA MIYIZ?
Sonuç olarak, çıkışı olmayan bir sarmal böylece algılarımızı da biçimlendirerek bizlere yeni bir gerçeklik takdim eder hale geldi. Doğa ile ahengli bir gerçekliğin yerini sentetik bir gerçeklik alıvermiş oldu. Bu esnada tabi ki her geçen gün doğanın kendisinden de uzaklaştıkça uzaklaştık. Ve gün geldi, özellikle değişik yörelerden ve birçok kesimlerden böylesi bir düzeni sorgulayan yaklaşımların çıkması ile alternatif bir algı aleminin çatısı kurulmaya başlandı. Bilgi çağının, bilgi okyanuslarını önümüze bocalaması ile de öyle gözüküyor ki bir kırılma noktası yaşanmakta artık. Bakalım, algılarımız doğal hallerine dönebilecek mi? Bakalım bilinç bir sermaye olarak daha sağlıklı ve daha işlevli bir dünyanın var edilmesinde ne denli devreye girebilecek? İnsanoğlu olarak yarattığımız bunca muazzam teknolojiyi yeni bir küresel hamle ile, ekoloji ve insan doğası ile aheng içinde olan bir denkleme yerleştirebilecek miyiz? Ve yükselen bir güç odağı olduğu artık aşikar olan yeni Türkiye böylesi bir kırılma noktasında nasıl bir duruş sergileyecek? 
Esas soru şu: Farkında mı, farkında mıyız?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder