16 Şubat 2012 Perşembe

empati!...........


EMPATİ (*)
Empatinin Tanımı ve Tarihçesi
Empati, bir insanın, kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamasıdır. Basit gibi gözüken bu tanımın gerisinde pek çok kuramsal öğe bulunmaktadır ve belki de bu yüzden söz konusu tanıma ulaşılması oldukça zaman almıştır. Günümüzde "empati" denildiğinde akla Carl Rogers ve onun konuya ilişkin çalışmaları gelir. Psikoterapi alanında empatik iletişim kurma becerisiyle ünlenmiş Rogers' ın adı ile empati kavramı adeta özdeş hale gelmiştir. Bir kişinin kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak olaylara onun bakış açısıyla bakması, o kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlaması, hissetmesi ve bu durumu ona iletmesi sürecine "empati" adı verilir. Yukarıdaki empati tanımı üç temel öğeden oluşmaktadır. Bir insanın karşısındaki bir kişi ile empati kurabilmesi için gerekli olan bu öğeleri şöyle sıralayabiliriz:
1) Empati kuracak kişi kendisini karşısındakinin yerine koymalı, olaylara onun bakış açısıyla bakmalıdır. Başka bir söyleyişle, empati kurmak isteyen kişinin karşısındaki kişinin fenomonolojik alanına girmesi gereklidir. Fenomenolojik alan nedir? Psikolojideki fenomenolojik yaklaşıma göre her insanın bir fenomenolojik alanı vardır. Her insan gerek kendisini gerek çevresini, kendisine özgü bir biçimde algılar; bu algısal yaşantı özneldir (subjektiftir); kişiye özgüdür. Yani her insan dünyaya, kendine özgü bir bakış tarzıyla bakar. Eğer bir insanı anlamak istiyorsak, dünyaya onun bakış tarzıyla bakmalı, gerçekleştirmek için de empati kurmak istediğimiz kişinin rolüne girmeli, onun yerine geçerek adeta olaylara onun gözlüklerinin gerisinden bakmalıyız. Karşımızdaki kişinin rolüne girerek empati kurduğumuzda, o kişinin rolünde kısa bir süre kalmalı, daha sonra da bu rolden çıkarak kendi rolümüze geçebilmeliyiz. Aksi halde empati kurmuş sayılmayız. Karşımızdaki ile özdeşim kurmak (ona benzemek) veya ona sempati duymak, empatiden farklı şeylerdir.
2) Empati kurmuş sayılmamız için, karşımızdaki kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamamız gereklidir. Karşımızdakinin yalnızca duygularını veya yalnızca düşüncelerini anlamış olmak yeterli değildir. Empatiyi tanımlarken bu noktayı vurguladığımızda, empatinin iki temel bileşeninden söz etmiş oluyoruz. Bunlar empatinin bilişsel ve duygusal bileşenleridir. Karşımızdakinin rolüne girerek onun ne düşündüğünü anlamamız, bilişsel nitelikli bir etkinlik (bilişsel rol alma/bilişsel perspektif alma), karşımızdakinin hissettiklerinin aynısını hissetmemiz ise duygusal nitelikli bir etkinliktir (duygusal rol alma/duygusal perspektif alma.) Bilişsel rol alma duygusal rol almanın ön şartı sayılabilir. Empatinin bileşenlerinin ne olduğu konusunda araştırmacılar arasında, bazı görüş farklılıkları vardır. Örneğin Hoffman’ a (1978) göre empatinin, bilişsel, duygusal ve güdüsel (motivasyonel) olmak üzere üç bileşeni vardır. Bazı araştırmacılar empatinin bilişsel yönünü, bazıları ise duygusal yönünü vurgulamaktadır. Fakat çoğunluğun üzerinde uzlaştığı görüş, empatinin bilişsel ve duygusal bileşenlerden oluştuğu yolundadır.
3) Empati tanımındaki son öğe ise, empati kuran kişinin zihninde oluşan empatik anlayışın, karşıdaki kişiye iletilmesi davranışıdır. Karşımızdaki kişinin duygularını ve düşüncelerini tam olarak anlasak bile eğer anladığımızı ifade etmezsek empati kurma sürecini tamamlamış sayılmayız. Araştırmacılar, insanların zihinlerinde kurdukları empatiyle, karşılarındaki kişiye ilettikleri empati arasında farklılık olduğunu belirtmektedirler. Karşımızdaki insanlara empatik tepki vermenin iki yolu vardır: Yüzümüzü/bedenimizi kullanarak onu anladığımızı ifade etmek. Empatik tepki vermenin en etkili yolu herhalde bu ikisini birlikte kullanmaktır. Bir sıkıntımız olduğunda, bizimle konuşan kişi, dostça bir gülümsemeyle kolumuza dokunup sıkıntımızı sözelleştirirse, örneğin "son günlerde çok bunalmışsın" derse, rahatladığımızı hissedebiliriz.
Bir Halk Masalında Empati
Göğsü kınalı bir serçe varmış. Gök gürlediği zamanlar tir tir titreyerek yere yatar, gök yıkılmasın diye de ayaklarını havaya kaldırırmış. Bir yandan da "korkumdan kırk kantar yağım eridi" dermiş. Bir gün birisi demiş ki; "sen kendin beş dirhem gelmezsin; nerden oluyor da kırk kantar yağın eriyor?" Bunun üzerine serçe şu cevabı vermiş; “herkesin kendine göre dirhemi, kantarı var; siz ne anlarsınız".
Yukarıdaki masalda verilmek istenen mesaj kanımca şudur: Her insanın -hatta her canlının- olaylara kendine özgü bir bakış açısı (fenomenolojik alanı) vardır. Dışarıdan baktığımızda bunu göremeyiz ve bu yüzden de onun bazı davranışlarına anlam veremeyiz. Kendimizi karşıdakinin yerine koyup olaylara onun gözüyle bakabilirsek, ancak bu durumda onun duygularını ve düşüncelerini anlamamız, dolayısıyla da davranışlarına anlam vermemiz mümkün olur.
Empatinin Sempatiden Farklılığı
Bir insana sempati duymak demek, o insanın sahip olduğu duygu ve düşüncelerin aynısına sahip olmak demektir. Karşımızdaki kişiye sempati duyuyorsak, onunla birlikte acı çekeriz ya da seviniriz. Empati kurduğumuzda ise karşımızdakinin duygu ve düşüncelerini anlamak esastır. Kendimizi sempati kurduğumuz kişinin yerine koymamız ve onu anlamamız şart değildir; sempatide "yandaş" olmak esastır. Empati kurduğumuzda ise karşımızdaki kişiyle aynı duyguları ve görüşleri paylaşmamız gerekmez; sadece onun duygularını ve düşüncelerini anlamaya çalışırız. Bir insanı anlamak başka şeydir, ona hak vermek başka şey. Empatide anlamak, sempati de ise anlamış olalım ya da olmayalım, karşımızdakine hak vermek söz konusudur.
Empati Kurma ve Yardım Etme Davranışı
Empati kurmanın yardım etme davranışına nasıl dönüştüğü hakkında başlıca iki kuramsal açıklama vardır: Bunlardan birincisine göre, sıkıntı içinde bulunan kişi ile empati kuran kişi, karşısındakinin durumunu anladığı için sıkıntıyı gidermek, yani kendisini rahatlatmak için o kişiye yardımda bulunur. İkinci açıklama ise şöyledir: Sıkıntıda bulunan kişi ile empati kurarak onun durumundan haberdar olan kişi, diğergam bir davranışta bulunarak, sıkıntıdaki kişiyi rahatlatmak amacıyla ona yardım eder. Yukarıdaki açıklamaların birincisine göre, yardım davranışının temelinde egoist bir güdü, ikincisine göre ise diğergam (altruıstic) bir güdü bulunmaktadır. Empati sadece kendisiyle empati kurulana yararı olan bir etkinlik değildir. Empati, empatiyi kuran kişi için de önemlidir. Empatik becerileri ve eğilimleri yüksek olan, bu yüzden de diğer insanlara yardım eden kişilerin, çevreleri tarafından sevilme ihtimalleri artar. Bell ve Hall(1954) yaptıkları araştırmada, liderlik özelliğine sahip kişilerin empati kurma becerilerinin yüksek olduğu belirlenmiştir. Bir araştırmada, piyano ve keman çalan gençlerin empatik becerileri ve kendilerine yönelik saygı düzeyleri, müzikle uğraşmayan gençlerinkine oranla daha yüksek bulunmuştur. Yine benzeri bir araştırmada, kedi köpek gibi evcil hayvanların beslendiği evlerdeki çocukların empatik becerileri (bilişsel ve duygusal rol alma becerileri), evcil hayvan beslenmeyen evlerdeki çocukların empatik becerilerinden daha yüksek bulunmuştur. Bu bulgular, kişilerin ilgi alanları ile empatik becerileri arasında ilişki bulunduğu anlamına gelmektedir. Müzik, evcil hayvan gibi uğraş edinmek muhtemelen kişilerin empatik anlayışlarını/becerilerini arttırmaktadır. Bir araştırmaya göre, meraklarına anne ve babalarından karşılık bulan çocuklar, yetişkin olduklarında, aynı ortamda yetişmeyenlere oranla daha yüksek empatik ilgiye sahip olmaktadırlar.
Aşamalı Empati Sınıflaması:
(a)  Onlar Basamağı
Bu basamakta tepki veren kişi karşısındaki kişinin kendisine anlattığı sorun üzerine düşünmez, sorun sahibinin duygu ve düşüncelerine dikkat etmez, bu soruna ilişkin kendi duygu ve düşüncelerinden söz etmez. Sorunu dinleyen kişi, sorun sahibine öyle bir geri bildirim verir ki, bu geri bildirim, o ortamda bulunmayan üçüncü şahısların (toplumun) görüşlerini dile getirmektedir. Bu basamakta tepki veren kişi, birtakım genellemeler yapar, atasözleri kullanır. Örneğin parasını israf ettiği için yakınan bir kişiye "ayağını yorganına göre uzat" dersem, Onlar basamağında bir empatik tepki vermiş olurum. Bu sözlerimle karşımdaki kişinin ya da benim duygu ya da düşüncelerimiz yer almamakta, yalnızca toplumun bu konu ile ilişkin görüşü yansıtılmaktadır.
(b)  Ben Basamağı
Bu basamakta empatik tepki veren kişi, benmerkezcidir; kendisine sorununu anlatan kişinin duygu ve düşüncelerine eğilmek yerine, sorunun sahibini eleştirir, ona akıl verir; bazende kişiyi kendi sorunlarıyla başbaşa bırakıp kendinden söz etmeye başlar. Örneğin "ben" basamağına uygun empatik tepki veren bir kişi, dinlediği sorun karşısında "üzüldüm, aynı dert bende de var" der ve böylece sorun sahibini sorunuyla yüzüstü bırakıp kendi sorunlarını anlatmaya başlar. Ben basamağında empatik tepki veren kişi, karşısındaki insanı bir ölçüde rahatlatabilir.
(c)   Sen Basamağı
Bu basamakta empatik tepki veren bir kişi, kendisine sorununu ileten kişini rolüne girer, olaylara o kişinin bakış açısıyla bakar. Yani kendisine iletilen sorun karşısında, toplumun ya da kendisinin düşüncelerini dile getirmez, doğrudan doğruya karşısındaki kişinin duyguları ve düşünceleri üzerinde odaklaşarak, o kişinin ne düşündüğünü ve hissettiğini anlamaya çalışır.
Yukarıda sıralanan üç temel empati basamağını kapsayacak şekilde on alt basamak oluşturdum: 
1.   Senin problemin karşısında başkaları ne düşünür, ne hisseder: Bu basamakta empati kurmaya çalışan kişi, birtakım genellemeler yapar, felsefi görüşlere, atasözlerine başvurabilir, dinlediği soruna ilişkin olarak genelde toplumun neler hissedebileceğini dile getirir; sorununu anlatan kişiyi toplumun değer yargıları açısından eleştirir.
2.   Eleştiri: Dinleyen kişi, sorununu anlatan kişiyi kendi görüşleri açısından eleştirir, yargılar.
3.   Akıl Verme: Karşısındakine akıl verir, ona ne yapması gerektiğini söyler.
4.  Teşhis: Kendisine anlatılan sorunu ya da sorunu anlatan kişiye teşhis koyar; örneğin “bu durumun sebebi toplumsal baskıdır” ya da “sen bunu kendine fazla dert ediyorsun” der.
5.   “Bende de Var”: Kendisine anlatılan soruna ya da sorunun benzerinin kendisinde de bulunduğunu söyler; “aynı benim başımda” diye söze başlar ve kendi sorununu anlatmaya başlar.
6.  “Benim Duygularım”: Dinlediği sorun karşısında kendi duygularını sözle ya da davranışla ifade eder; örneğin “üzüldüm” ya da “sevindim” der.
7.   Destekleme: Karşısındaki kişinin sözlerini tekrarlamadan, onu anladığını ve desteklediğini belirtir.
8.   Soruna Eğilme: Kendisine anlatılan soruna eğilir, sorunu irdeler, konuya ilişkin sorular sorar.
9.  Tekrarlama: Kendisine iletilen mesajı (sorunu), gerektiğinde mesaj sahibinin kullandığı bazı kelimelere de yer vererek özetler; yani dilediği mesajı kaynağına yansıtmış olur.
10.  Derin Duyguları Anlama: Bu basamakta empati kuran kişi, kendisini empati kurduğu kişinin yerine koyarak onun açıkça ifade ettiği ya da etmediği tüm duygularını ve onlara eşlik eden düşüncelerini ark eder ve bu durumu ona ifade eder.
* * *
Ben bir “bilinçolog”um. Kendimi bir başkasının, örneğin bir sosyologun yerine koymam oldukça kolaydır. Bunun için, bir üniversitenin ilgili bölüm ya da fakültesinde öğrenim görmem yeterlidir. Ama bir sosyologun kendisini benim (bir bilinçologun) yerime koyması imkânsızdır. Bunun için öğrenim göreceği bir üniversite dünyada yoktur.
Bilinçolog olmak isteyen sayın sosyologlara önemle duyurulur…

Galip BARAN
Bilinç Üniversitesi (1) Kurucusu

TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76E-POSTA: galipbaran@ttmail.com

(1)    :  Bilinç Üniversitesi’nin işlevi: “Bilgi Çağı”  üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek Bilinç Enstitüsü ya da Bilinç Kürsüsü gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmaktır.
(*) (google’dan aktaran Galip Baran)

6 Şubat 2012 Pazartesi

acil sorun ve ivedi "ÇÖZÜM" çağrısı!..

ÇOK 
ACİL BİR SORUN 
VE;
Ankara Valiliği, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile Ankara Üniversitesi Rektörlüğü & Ziraat Fakültesi Dekanlığı'na
DERHAL MÜDAHALE (SORUN ÇÖZME) ÇAĞRISI!..
Ankara Üniversitesi'nin, Esenboğa Yolu Üzeri; Altındağ, Keçiören, Yenimahalle üçgeninde kurulu Ziraat Fakültesi Kampüsü; Aralarından ana artel, otoban ve yoğun seyrüsefer; hızlı araç trafiği akışı olan ağırlıklı geniş "anayolların" geçtiği üç parçalı yerleşim alanında öğrenciler trafik kazası riski, sürekli 'araç çarpma' tehdidi ve bütün "ders ve derslik" geçişlerinde ölümcül tehlike altındalar...
Konuyla ilgili olarak; Okul İdaresine 'öğrenci ve veliler tarafından' yapılan başvurular muhtemelen dikkate alınmamakta veya "sorun yaşanan" geçiş noktalarının "Ankara Büyükşehir Belediyesi" sorumluluk alanında olması nedeniyle kalıcı önlem alınamamakta!..
YETKİLİ, GÖREVLİ VE SORUMLU OLANLAR!..
Kalite Ödüllü Sayın Ankara Valisi'nin, Ziraat Fakültesi Öğrencilerinin karşı karşıya bulunduğu ve her gün yaşadıkları büyük tehdit, korku ve tehlikenin farkında olup olmadığı konusunda bir bilgi veya ilgi emaresi yok!..
Dolayısıyla; Yukarda içerik ve müdahale, (ÇÖZÜM) aciliyeti açıklanan SORUN'un bütün ayrıntıları ile çözüme ilşkin önerileri içeren çalışma aşağıda: "İlgilenenlerin, ilgililerin ve ilgilenmnek zorunda olanların" değerli ilgi ve bilgilerine sunulmuştur.   
Başta Ankara Valisi Sayın ALAADDİN YÜKSEL;
Büyük Şehir Belediye Başkanı Sayın İ. MELİH GÖKÇEK ve;
Ankara Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. CEMAL TALUĞ;
ile değerli ilgilerini esrigememeleri ve konuyu kendi evlâtları nam ve adına sahiplenip özenle takipçi olmaları dileğiyle 'onurlu ve sorumlu' Rektör Yardımcıları Sayın: Prof. Dr. Nilgün HALLORAN, Prof. Dr. N. Yasemin YALIM, Prof. Dr. A. Argun KARACABEY; 
Yaşanan vahim sorun'un birinci dereceden muhatap, muarız ve mes'ulü Ziraaat Fakültesi Dekanı Sayın Prof. Dr. Ahmet ÇOLAK'ın dikkatlerine arz eder:
Vaki sorunun ACİLEN, İVEDİLİKLE ve DERHAL çözümü husununu, sevgili ve değerli öğrencilerimiz adına hassaten arz, önemle rica ve istirham ederiz.
Yasa Bağımlısı, Bilinçolog Galip BARAN, Prof. Dr. İsa KAYACAN ve Prof. Dr. Salih Ziya KONYALI 

Galip Baran hitabı!...

EY MİLLETİM !..
Ey özümden çok sevdiğim milletim! Egemenliğin gerçekten sahibi isen; oy verdiğin, bu sorumluluğunun gereğini yerine getirerek seçtiğin, adı yüce kendisi cüce Meclis’e gönderdiğin vekillerini ve de  belediye başkanlarını, kendi özgür iradeleriyle üstlendikleri o kutsal görevi hakkıyla yapabilsinler diye dolgun maaşlar da ödediklerini, denetleyebilmelisin.
Ey özümden çok sevdiğim milletim! Egemenliğin gerçekten sahibi isen; onlardan hesap sormaktan da sorumlusun! Bilesin!
Ey özümden çok sevdiğim milletim! Bu sorumluluğun gereğini yerine getiremeyecek, hakkını veremeyecek kadar aciz ve yüreksiz olduğun, daha iyisine layık olmadığın, lâyık olduğun gibi yönetilmenden belli…Ve bu  senin tercihin!
Tercihin buysa;  kahve köşelerinde, tavla, iskambil oyunlarıyla vakit tüketerek yaptığın vatan kurtarma sohbetlerinde atıp tutmaya hakkın yok… Bunu da bilesin!
Ey özümden çok sevdiğim milletim! Bu arada, Nazım Hikmet’in, “Dilim varmıyor ama koyun gibisin be kardeşim!” ve bir düşünürün, “yaşam buysa, saldım çayıra, mevlam kayıra” deyişlerini hatırlatmak zorundayım, sana!
Diğer taraftan, o sorumluluğun gereğini, kurduğu TUBİKOM (X) (Turguteis Belediyesini İzleme Komitesi) temsilcisi olarak, hakkını vererek, severek yapan; “çalışmanın en yücesi ulus için olanıdır” diyen Atatürk’ün bağımlısı, Turgutreislilerin sözüm ona TAKDİR ettikleri  bir adam, Galip Baran var!
Galip Baran; o sorumluluğun hakkını nasıl verebildiğini merak edenleri, özünden çok sevdiği Turgutreislileri ve aynı şekilde özünden çok sevdiği Türk Milletini;

(a)     TUBİKOM bürosuna (BİLİNÇHANEYE) davet ediyor,
(b)    MUMİKOM, ANKOM ve TRAP ile ilgili aşağıdaki açıklamaları okumalarını istiyor…
(X)   : Bir tarihte Trafik Araştırma Konferansı), MUMİKOM (Muğla Milletvekillerini İzleme Komitesi),  ANKOM (Ankara Milletvekillerini İzleme Komitesi) kurulmuştu. Onlara ne oldu?
Sahi bir de, 1998 yılında, Milliyet Gazetesi ve Sabancı Üniversitesi’nin işbirliğinde gerçekleştirilen, şamatasından geçilmeyen TRAP (Trafik Araştırma Konferansı) vardı…Ona ne oldu?
Ya, 1996 yılında İstanbul’da gerçekleştirilen uluslararası HABİTAT ve aynı yıl Bodrum’da gerçekleştirilen Yerel HABİTAT  Konferanslarına ne demeli ?
Onlar, o dağlar, hepsi fare doğurdu. Fareler doğuyor bu özümden çok sevdiğim,  parayı verenin düdüğü çaldığı, devletin malının deniz sayıldığı gariban ülkemde!
Ya; Galip Baran’ın gerçekleştirdiği Turgutreis Yerel HABİTAT Konferansı? Ona ne oldu?
O konferans da TUBİKOM da; önce Allah’ın izni, sonra Turgutreis’in delisi Galip Baran’ın himmetiyle, dimdik ayakta…
Turgutreis’in; dünyayı ve dünyalıları dünyalılardan daha çok seven delisi Galip Baran, bu yazının altına imzasını atabilecek bir babayiğit arıyor.