5 Nisan 2013 Cuma

AYNI GEMİNİN YOLCULARI

AYNI GEMİNİN YOLCULARI
JACK COUSATEAU, KRİTON CURİ, MARK DUBOİS, EDWARD GOLDSMİTH, ERİCH FROMM VE GALİP BARAN’DAN: "O GEMİNİN YOLCUSU DÜNYALILARA UYARI!.."
 
COUSTEAU UYARIYOR!

“Denizle Hakimi”ne tüm insanlığın kulak vermesi gerek

Kaptan Cousteau’yu tanımayan yok. ‘Denizler Hakimi’ ünlü bilim adamı, ne yazık ki gelecek kuşakların yaşamları konusunda (eğer çok kısa bir zamanda önlem alınmazsa) tüyler ürperten kehanetlerde bulunuyor…

Yaşlı bilim adamı, çağdaş toplumda herkesin inanılmaz bir bencillik içinde olduğunu; yalnızca kendi rahatlarını düşünüp, gelecek kuşakları tehlikeye soktuklarını açıklıyor.

Cousteau’nun “kehanetleri” aynen şöyle:

“ İnsan hakları konusunda son derece duyarlı görünen günümüz toplumları, kendilerinden sonra gelecek kuşaklara yaşam hakkı tanımıyorlar. ‘Benden sonra tufan’ düşüncesiyle hareket ediyorlar.

Aslında dünyamız dört milyar yıldır varlığını sürdürüyor. İnsanoğlunun dünyada bir milyon yıldır var olduğunu da biliyoruz. Dünyamız bir dört milyar yıl daha yaşayabilecek durumda. Ama biz, onun ömrünü birkaç yüzyıla kadar indirmekteyiz.

Dünyayı ve insanoğlunu tehdit eden en büyük tehlike; aşırı kalabalık; nüfus artışıdır. Pek yakın bir gelecekte dünya nüfusu 14 milyarı aşacak. Şimdi nüfusun 5,5 milyar dolayında olduğu biliniyor…

Ama her altı ayda dünya neredeyse Fransa’nın nüfusu kadar kalabalıklaşıyor, yani 50 milyon kadar artıyor.

İşte dünya yüzündeki tüm kirlenme, zehirlenme, bitki ve havanların ölümü; bu kalabalığa bağlı nedenlerden ortaya çıkıyor. İnsanoğlu yalnızca kendi yaşamını, hayatta kalabilmeyi düşünüyor. Bu nedenle de hayvanlara, başka canlılara yer  kalmıyor yeryüzünde…

İki bin küsurlu senelerde dünyada insanoğlu tek canlı olarak kalacak. Yiyecek bulamayacak. Et gerçek bir lüks olacak. Çünkü dünyada koyun, sığır türü hayvanların kökü kazınmış olacak… Oturacak yer bulamayacak, tüm çevresi betonlarla kaplanacak. Sonuçta bitki örtüsünü de yine kendi yok edecek…

Bu nedenle kadınlara bir an önce hakları verilmeli, bilinçlendirilmeli ve az çocuk yapmaları için eğitimden geçirilmeli. Ayrıca ben, insanların; yaşlılık ve gelecek korkusu için çok çocuk yaptıklarına inanıyorum. Bu geleceği güven altına alırsak, çok çocuk yapmaktan vazgeçeceklerdir. 

NÜKLEER SANRTALLAR

İnsanoğlunu ve dünyayı bekleyen bir başka korkunç tehlike de, nükleer santrallar. Bugün bilim ne kadar ilerlemiş olursa olsun, insanlar; atom çekirdeğinin parçalanmasıyla elde edilen enerjiyi üreten nükleer santralları henüz denetim altında tutamıyorlar. Böylece de bu santrallar Çernobil’de görüldüğü gibi, korkunç bir tehlike yaratıyorlar… O halde, teklifimiz; tümüyle denetim altında tutmayı başarmadan, bu santralların bütün dünyadan kaldırılması.

İşte bu amaçla Birleşmiş Milletler’e ; geleceğin kuşaklarına yaşam hakkı tanınması için başvuruda bulunduk.  Böylece bütün dünyada kampanyalar başlatılmasını ve bir an önce önlem alınması için girişimde bulunulmasını sağlayacağız. Gelecek kuşakların temiz ve yaşanacak bir dünyaya hakları olduğunu düşünüyoruz. Bunun için de her ülke insanının kendi çevre bakanlıklarına başvurarak; bu konuda bize destek sağlamaya çalışmasını bekliyoruz. Ancak bu sayede dünyamız ve insan nesli kurtulabilecektir.
( ÇEVRE/ 10. 06. 1991)
***
DÜNYAYA ÇAĞRI!

Ülkelerin çevresel istismarlarının durdurulması amacıyla bir çağrı kampanyası başlatıldı. 1992 yılında Brezilya’da toplanacak  olan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’na sunulmak üzere uluslar arası düzeyde yürütülen imza kampanyasının öncüsü ise Boğaziçi Üniversitesi Öğretim üyelerinden Kriton Curi.

Kampanyanın metni ise şöyle:

“Biz bu yazıyı imzalayanlar çevre kirliliğinin gezegenimizi tehdit eden en önemli tehlikelerden biri olduğunun bilincinde olarak, çevre kirliliğinin; ülke sınırı, ırk, din ayrımı tanımaksızın tüm insanlığı etkilediğini hatırlatarak

Hükümetlere,
Birleşmiş Milletlere,
ve tüm insanlara sesleniriz …
Ve, ülkeleri; “kirli endüstriler” ve zararlı madenler  ihraç ederek, başka ülkelerin çevrelerinin istismarına son vermeye davet ederiz.

Bu amacın gerçekleşmesi için:
(a)   Herhangi bir ülkede kurulması düşünülen yabancı bir endüstri , bu ülkedeki çevre ve halk sağlığının korunması ile ilgili mevzuatın yetersizliğinden yararlanmayıp; kurulacak endüstri merkezinin bulunduğu veya kurulacağı ülkede alınması öngörülen önlemlerin en ciddilerini uygulamaya mecbur tutulmalıdır.
(b)   Hiçbir ülkede, üretilen ürünlerin, diğer bir  ülkeye ihraç edilebilmesi için gereken tüm şartlar yerine getirilmeden ihracata izin verilmemelidir. Bir ülkede kullanımı yasaklanmış olan ürünlerin diğer ülkelere ihracatı kesinlikle önlenmelidir.
(Kriton Curi)
***
Çevreci Mark Dubois, herkesin kendine sorması gereken soruyu haykırıyor.

‘Dünya için ne yapabilirim’

“Kim demiş dünyayı değiştiremezsiniz diye, bir tek insan bile dünyayı değiştirebilir.” Bu cümle , Dünya Günü 1990’ın sloganıydı. Bu özel günün düzenleyicilerinden nehir uzmanı ve çevreci Mark Dubois, dünya üzerinde yaşayan herkese benzer bir çağrıda bulunuyor: Dünyaya zarar vermeden onun üzerinde nasıl yaşayacağımızı öğrenmeliyiz. Herkes, aynaya bakarak , ‘ben ne yapabilirim’ sorusunu kendisine sormalıdır.”

Dünya Günü’nün uluslararası etkinliklerini koordine eden Mark Dubois, daha sonra çokuluslu kalkınma bankalarının 30 milyar dolarlık yıllık kredi kullanımını daha çevreci ve toplumsal alanlara kaydırabilmeleri amacıyla uluslar arası baskı oluşturan, dünya üzerindeki çevreci, toplumsal ve ekonomik gelişmeden yana resmi olmayan kuruluşlarla iletişim kurmaya çalışan kişilerden biri.

Merk Dubois kararlı, “Dünya üzerinde bir ya da iki çılgın insanın tek başlarına gerçekleştirdikleri pek çok  önemli değişiklikler vardır. Bu da insanların tek başlarına neler yapabileceklerinin göstergesidir.” diyor.

Çoruh Nehri üzerinde düzenlenen raftinge katılan Mark Dubois ile Amerika’ya dönmeden önce İstanbul’da kaldığı Mozaik Otel’de görüşme olanağı bulduk.

Yaşamı nehirlerle ve çevre etkinlikleriyle geçen, bireylerin çevreyi değiştirmek üzere harekete geçmelerini sağlamaya çalışan Dubois, dünyanın geleceğine ilişkin umutlarını henüz yitirmemiş.  “Dünya Günü’ne katılımlar, büyülü ve harikulade güzel olan Çoruh Nehri üzerinde rafting yapmak ve bu umudun nedenlerinden bazıları” diyor.

Dubois’e göre, insanlar artık çevre sorunlarını bilincinde ama harekete geçmekte oldukça yavaşlar. Çünkü, “Ben tek başıma ne yapabilirim ki? Hiç kimse bir şey yapmıyor, benim yapmamın da anlamı yok” diyerek, elini kolunu bağlayıp oturmak kolay. Bu nedenledir ki, umutsuzluğun, kötümserliğin her zaman kazançlı çıktığını söylüyor. Dubois şöyle devam ediyor:

“İyimserlik ve umutlu olmak ise her zaman kazançlı çıkmaz belki, çünkü zor olan budur. Sorunlarla mücadele etmek, savaşmak, tek başına da yapılabilecek şeyler olduğunu düşünerek harekete geçmek kolay değildir ama yapılması gereken budur. Dünya üzerinde  bir ya da iki çılgın insanın tek başlarına gerçekleştirdikleri pek çok değişiklikler vardır. Bu da insanların tek başlarına neler yapabileceklerinin göstergesidir.”

Tüm dünyaya sesleniyor

Mark Dubois, çevre konusunda en önemli sorunun insanların harekete geçmemesi olduğunu  ve bunun dünya üzerindeki tüm ülkelerde yaşandığını söylüyor. Dünyanın her yerinde benzer sorunların yaşandığını, örneğin ozon tabakasının delinmesinin tüm dünyayı tehdit ettiğini vurguluyor. Peki o zaman ne yapmalı? Dubois, yalnızca Türklere değil, tüm dünyalılara sesleniyor:

“Herkesin ‘dünya ile yaşamayı nasıl öğrenebilirim’ sorusunu sorması gerekli. Yaşarken dünyayı parça parça öldürüyoruz. Dünya giderek kirleniyor. Ona daha nazik davranmayı öğrenmeliyiz. Örneğin Kaliforniya’da yaşayan bir çiftçi artık yer altı sularını zehirli oldukları için kullanamıyor. Çocuklarımıza zehirli gıdalar yedirerek onların yaşamlarını çalıyoruz. Buna hakkımız yok. Birbirimizle savaşarak çok zaman kaybettik. Örneğin bir sanayicinin üretimini ve tarzını beğenmeyebiliriz. Ama sorunlar karşısında onunla birlikte çalışmayı denemeli, bunu öğrenmeliyiz. Dünya üzerindeki ortak geleceğimiz için birlikte mücadele etmeliyiz. Kuşlar birlikte uçarak hem daha çok enerji sağlıyor hem de daha uzaklara ulaşabiliyorlar. Biz de birlikte savaşmalıyız. Meyve yalnızca ağacın dalının ucunda. Elimiz kolumuz bağlı oturursak meyveyi yiyemeyiz. Yerimizden kalkıp, ağacın dalına uzanırsak meyveyi tadabiliriz.”
(Figen Atalay /26. 07. 1993/Cumhuriyet)
***
Edward Goldsmith’in: Beş bin günde dünyanın kurtuluşu

Uluslar arası ekolojist hareketin belli başlı öncülerinden Edward Goldsmith’in son kitabı “yerküreyi kurtarmak için beş bin gün” daha şimdiden 300 binlik uluslar arası bir satış rakamına ulaşmış durumda. Dünyanın en etkin çevrecilik dergisi “Ekolojist”i 1970 yılından bu yana yayımlamayı sürdüren Edward Goldsmith’in, kitabında ana hatlarını çizdiği ‘dünyayı kurtarma programı’nın temelinde insanoğlunun yaşam tarzını kökten bir biçimde değiştirmesi anlayışı yatıyor.

 Goldsmith’in planı, dünyanın karşı karşıya bulunduğu üç ana tehlikenin belirlenmesiyle işe başlıyor: 1990 yılının yazı, 1880’den bu yana yaşanan en sıcak yaz idi; Basra Körfeziindeki kirlilik oranı, yerküre için bir ‘rekor’du; dünyada her yıl yok edilen orman alanı da Fransa yüzölçümünün yarısı kadardı…

İşte bu ‘durum tespiti’; üç acil önlem paketini gündeme getiriyordu: Ozon tabakasını delen klorflorokarbon (CFC) gazının lanetlenmesi; okyanusları kirleten toksik atıkların durdurulması; uluslararası bir ağaçlandırma seferberliği…

“Eğer örgütlenirsek, daha az tahripkâr bir yaşam biçimi yaratabiliriz” diye düşünen Edward Goldsmith, böyle bir hedefe ulaşabilmek için, insanların hem hükümetleri denetim altında tutup hem de kendi, kendine yeten küçük birimler halinde organize olarak sonuca varabileceklerini öne sürüyor. Tek gerçek demokrasinin, ancak küçük çaplı örgütlenmelerle yaşayabilen bir demokrasi olduğunu  dile getiren Goldsmith, insanların devlet kurumlarına ve büyük kuruluşlara bel bağlamakla yetinmemelerini öğütlüyor.: “Bazıları bunun bir ütopya olduğunu düşünüyorlar; fakat bana sorarsanız, esas gerçekdışı olan, bizim şu andaki yaşam biçimimizdir.
(31 Mart 1991/ Cumhuriyet Dergi)
***
ERİCH FROMM VE  BEN (1)

İnsan davranışları üzerine çalışmalarıyla ünlü Erich Fromm, “Sahip Olmak ya da Olmak” adlı eserinde, “sencillik” ve “bencillik” olarak tanımladığı iki temel özelliğiyle (ilkesiyle) ilgili görüşlerini aşağıda görüldüğü şekilde açıklıyor: 

“Sahip olmak” ilkesine sahip insan; mala, mülke, şöhrete, insana, bilgiye sahip olmak, onları ele geçirmek, kendine mal edip, onlara egemen olmak ve dilediğince kullanmak ister.  Bu sahip oluşların sonu yoktur.

“Olmak” ilkesine sahip insan ise; hiçbir şeyi elde etmeye ya da  kendine mal etmeye, şöhret  ve iktidara sahip olup insana egemen olmaya kalkışmaz. Bu ilkenin insanı, kendisini geliştirir. Evrimleşir, diğer insanları sever. Sözcüklerle anlatılamayan, yaşanılan, hissedilen bir özelliktir bu ilke.

Dünya düzeni “sahip olmak” üzerine kurulduğu nedenle, insan ve değerleri, yerini makinelere ve ekonomik gelişmenin çarklarına bırakmıştır. Bilim, teknik ilerlemiş, ama bunlar kendi yararına kullanılmadığı için, insan bir araç haline dönüşmüştür. 

Çözümün ilk ve tek şartı, “sahip olmak” ilkesinden “olmak” ilkesine geçmektir.  Yeni bir insan,  yeni bir toplum oluşturmaktır.

Eserin çevirisi yapan Aydın Arıtan Fromm için şöyle diyor :

Erich Fromm, yazdıklarına ve savunduğu fikirlere uygun yaşayan ender insanlardan birisiydi. Parada, malda ve şöhrette gözü olmayan, mütevazi yaşantısıyla dikkati çeken Fromm, “Sahip Olmak ya da Olmak”ı tam beş kez yeniden yazmıştır. Kendisine “Yeni Çağın Peygamberi” denmesinden hoşlanmayan Fromm, sorunları ve çözüm yollarını göstererek, tıpkı İsa’nın geleceğini bildirip, onun yolunu hazırlama görevini üstlenen Nasıralı Yahya gibi gelecekteki müjde ve felaketi işaret görevini başarıyla yerine getirmiştir.
***
(1)    :  Çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlakı (Ahilik), milli servet, imar ve her şeyi devletten bekleme gibi alanlarda başlattığım “okul dışı eğitim” olarak tanımladığım, insanı, davranışlarını ve nedenlerini araştırdığım, bazıları yerel bazıları merkezi yönetimin sorumluluk alanına giren, beni bilinçlendiren çalışmaları yaparken yaşam biçimim kökten değişti. “Bencillik”ten (hodkâmlıktan) kurtuldum. “Sencillik” (diğerkâmlık) ilkesini özümsedim. Erich Fromm gibi yaşamağa başladım…

Bilinç Üniversitesi Kurucusu
Bilinçolog Galip (Diğerkâm) Baran

TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844 84 76
E-POSTA: galipbaran@windowslive.com

Bilinç Üniversitesi’nin:
(a)    İşlevi: “Bilgi Çağı”  üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog  v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda bulunmak.
(b)   Kuruluş amacı:  Güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu, eşdeyişle, “dünyevi değerler”in yerini “uhrevi değerler”in aldığı bir dünya düzeni kurmak.