AYNI GEMİNİN YOLCULARI
JACK COUSATEAU, KRİTON CURİ, MARK DUBOİS, EDWARD GOLDSMİTH, ERİCH FROMM VE GALİP
BARAN’DAN: "O
GEMİNİN YOLCUSU DÜNYALILARA UYARI!.."
COUSTEAU UYARIYOR!
“Denizle Hakimi”ne tüm insanlığın kulak
vermesi gerek
Kaptan Cousteau’yu tanımayan
yok. ‘Denizler Hakimi’ ünlü bilim adamı, ne yazık ki gelecek kuşakların
yaşamları konusunda (eğer çok kısa bir zamanda önlem alınmazsa) tüyler ürperten
kehanetlerde bulunuyor…
Yaşlı bilim adamı, çağdaş toplumda herkesin inanılmaz bir bencillik
içinde olduğunu; yalnızca kendi rahatlarını düşünüp, gelecek kuşakları
tehlikeye soktuklarını açıklıyor.
Cousteau’nun “kehanetleri” aynen şöyle:
“ İnsan hakları
konusunda son derece duyarlı görünen günümüz toplumları, kendilerinden sonra
gelecek kuşaklara yaşam hakkı tanımıyorlar. ‘Benden sonra tufan’ düşüncesiyle hareket ediyorlar.
Aslında dünyamız dört
milyar yıldır varlığını sürdürüyor. İnsanoğlunun dünyada bir milyon yıldır var
olduğunu da biliyoruz. Dünyamız bir dört milyar yıl daha yaşayabilecek durumda.
Ama biz, onun ömrünü birkaç yüzyıla kadar indirmekteyiz.
Dünyayı ve
insanoğlunu tehdit eden en büyük tehlike; aşırı kalabalık; nüfus artışıdır. Pek
yakın bir gelecekte dünya nüfusu 14 milyarı aşacak. Şimdi nüfusun 5,5 milyar
dolayında olduğu biliniyor…
Ama her altı ayda
dünya neredeyse Fransa’nın nüfusu kadar kalabalıklaşıyor, yani 50 milyon kadar
artıyor.
İşte dünya yüzündeki
tüm kirlenme, zehirlenme, bitki ve havanların ölümü; bu kalabalığa bağlı
nedenlerden ortaya çıkıyor. İnsanoğlu yalnızca kendi yaşamını, hayatta
kalabilmeyi düşünüyor. Bu nedenle de hayvanlara, başka canlılara yer kalmıyor yeryüzünde…
İki bin küsurlu
senelerde dünyada insanoğlu tek canlı olarak kalacak. Yiyecek bulamayacak. Et
gerçek bir lüks olacak. Çünkü dünyada koyun, sığır türü hayvanların kökü
kazınmış olacak… Oturacak yer bulamayacak, tüm çevresi betonlarla kaplanacak.
Sonuçta bitki örtüsünü de yine kendi yok edecek…
Bu nedenle kadınlara
bir an önce hakları verilmeli, bilinçlendirilmeli
ve az çocuk yapmaları için eğitimden geçirilmeli. Ayrıca ben, insanların;
yaşlılık ve gelecek korkusu için çok çocuk yaptıklarına inanıyorum. Bu geleceği
güven altına alırsak, çok çocuk yapmaktan vazgeçeceklerdir.
NÜKLEER SANRTALLAR
İnsanoğlunu ve
dünyayı bekleyen bir başka korkunç tehlike de, nükleer santrallar. Bugün bilim
ne kadar ilerlemiş olursa olsun, insanlar; atom çekirdeğinin parçalanmasıyla
elde edilen enerjiyi üreten nükleer santralları henüz denetim altında
tutamıyorlar. Böylece de bu santrallar Çernobil’de görüldüğü gibi, korkunç bir
tehlike yaratıyorlar… O halde, teklifimiz; tümüyle denetim altında tutmayı
başarmadan, bu santralların bütün dünyadan kaldırılması.
İşte bu amaçla
Birleşmiş Milletler’e ; geleceğin kuşaklarına yaşam hakkı tanınması için
başvuruda bulunduk. Böylece bütün
dünyada kampanyalar başlatılmasını ve bir an önce önlem alınması için girişimde
bulunulmasını sağlayacağız. Gelecek kuşakların temiz ve yaşanacak bir dünyaya
hakları olduğunu düşünüyoruz. Bunun için de her ülke insanının kendi çevre
bakanlıklarına başvurarak; bu konuda bize destek sağlamaya çalışmasını
bekliyoruz. Ancak bu sayede dünyamız ve insan nesli kurtulabilecektir.
( ÇEVRE/ 10. 06. 1991)
***
DÜNYAYA ÇAĞRI!
Ülkelerin çevresel
istismarlarının durdurulması amacıyla bir çağrı kampanyası başlatıldı. 1992
yılında Brezilya’da toplanacak olan
Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’na sunulmak üzere uluslar arası düzeyde
yürütülen imza kampanyasının öncüsü ise Boğaziçi Üniversitesi Öğretim
üyelerinden Kriton Curi.
Kampanyanın metni ise şöyle:
“Biz bu yazıyı
imzalayanlar çevre kirliliğinin gezegenimizi tehdit eden en önemli
tehlikelerden biri olduğunun bilincinde olarak,
çevre kirliliğinin; ülke sınırı, ırk, din ayrımı tanımaksızın tüm insanlığı
etkilediğini hatırlatarak
Hükümetlere,
Birleşmiş Milletlere,
ve tüm insanlara
sesleniriz …
Ve, ülkeleri; “kirli
endüstriler” ve zararlı madenler ihraç
ederek, başka ülkelerin çevrelerinin istismarına son vermeye davet ederiz.
Bu amacın
gerçekleşmesi için:
(a) Herhangi bir ülkede kurulması düşünülen
yabancı bir endüstri , bu ülkedeki çevre ve halk sağlığının korunması ile
ilgili mevzuatın yetersizliğinden yararlanmayıp; kurulacak endüstri merkezinin
bulunduğu veya kurulacağı ülkede alınması öngörülen önlemlerin en ciddilerini
uygulamaya mecbur tutulmalıdır.
(b) Hiçbir ülkede, üretilen ürünlerin, diğer
bir ülkeye ihraç edilebilmesi için
gereken tüm şartlar yerine getirilmeden ihracata izin verilmemelidir. Bir
ülkede kullanımı yasaklanmış olan ürünlerin diğer ülkelere ihracatı kesinlikle
önlenmelidir.
(Kriton Curi)
***
Çevreci Mark Dubois, herkesin kendine sorması gereken soruyu haykırıyor.
‘Dünya için ne yapabilirim’
“Kim demiş dünyayı
değiştiremezsiniz diye, bir tek insan bile dünyayı değiştirebilir.” Bu
cümle , Dünya Günü 1990’ın sloganıydı. Bu özel günün düzenleyicilerinden nehir
uzmanı ve çevreci Mark Dubois, dünya
üzerinde yaşayan herkese benzer bir çağrıda bulunuyor: Dünyaya zarar vermeden onun üzerinde nasıl yaşayacağımızı öğrenmeliyiz.
Herkes, aynaya bakarak , ‘ben ne yapabilirim’ sorusunu kendisine sormalıdır.”
Dünya Günü’nün uluslararası etkinliklerini koordine eden Mark
Dubois, daha sonra çokuluslu kalkınma bankalarının 30 milyar dolarlık yıllık
kredi kullanımını daha çevreci ve toplumsal alanlara kaydırabilmeleri amacıyla
uluslar arası baskı oluşturan, dünya üzerindeki çevreci, toplumsal ve ekonomik
gelişmeden yana resmi olmayan kuruluşlarla iletişim kurmaya çalışan kişilerden
biri.
Merk Dubois kararlı,
“Dünya üzerinde bir ya da iki çılgın insanın tek başlarına gerçekleştirdikleri
pek çok önemli değişiklikler vardır. Bu
da insanların tek başlarına neler yapabileceklerinin göstergesidir.” diyor.
Çoruh Nehri üzerinde düzenlenen raftinge katılan Mark Dubois
ile Amerika’ya dönmeden önce İstanbul’da kaldığı Mozaik Otel’de görüşme olanağı
bulduk.
Yaşamı nehirlerle ve çevre etkinlikleriyle geçen, bireylerin
çevreyi değiştirmek üzere harekete geçmelerini sağlamaya çalışan Dubois,
dünyanın geleceğine ilişkin umutlarını henüz yitirmemiş. “Dünya
Günü’ne katılımlar, büyülü ve harikulade güzel olan Çoruh Nehri üzerinde
rafting yapmak ve bu umudun nedenlerinden bazıları” diyor.
Dubois’e göre, insanlar artık çevre sorunlarını bilincinde
ama harekete geçmekte oldukça yavaşlar. Çünkü, “Ben tek başıma ne yapabilirim ki? Hiç kimse bir şey yapmıyor, benim
yapmamın da anlamı yok” diyerek, elini kolunu bağlayıp oturmak kolay. Bu
nedenledir ki, umutsuzluğun, kötümserliğin her zaman kazançlı çıktığını
söylüyor. Dubois şöyle devam ediyor:
“İyimserlik ve umutlu
olmak ise her zaman kazançlı çıkmaz belki, çünkü zor olan budur. Sorunlarla
mücadele etmek, savaşmak, tek başına da yapılabilecek şeyler olduğunu düşünerek
harekete geçmek kolay değildir ama yapılması gereken budur. Dünya üzerinde bir ya da iki çılgın insanın tek başlarına
gerçekleştirdikleri pek çok değişiklikler vardır. Bu da insanların tek
başlarına neler yapabileceklerinin göstergesidir.”
Tüm dünyaya sesleniyor
Mark Dubois, çevre konusunda en önemli sorunun insanların
harekete geçmemesi olduğunu ve bunun
dünya üzerindeki tüm ülkelerde yaşandığını söylüyor. Dünyanın her yerinde
benzer sorunların yaşandığını, örneğin ozon tabakasının delinmesinin tüm
dünyayı tehdit ettiğini vurguluyor. Peki o zaman ne yapmalı? Dubois, yalnızca
Türklere değil, tüm dünyalılara sesleniyor:
“Herkesin ‘dünya ile
yaşamayı nasıl öğrenebilirim’ sorusunu sorması gerekli. Yaşarken dünyayı parça
parça öldürüyoruz. Dünya giderek kirleniyor. Ona daha nazik davranmayı
öğrenmeliyiz. Örneğin Kaliforniya’da yaşayan bir çiftçi artık yer altı sularını
zehirli oldukları için kullanamıyor. Çocuklarımıza zehirli gıdalar yedirerek
onların yaşamlarını çalıyoruz. Buna hakkımız yok. Birbirimizle savaşarak çok
zaman kaybettik. Örneğin bir sanayicinin üretimini ve tarzını beğenmeyebiliriz.
Ama sorunlar karşısında onunla birlikte çalışmayı denemeli, bunu öğrenmeliyiz.
Dünya üzerindeki ortak geleceğimiz için birlikte mücadele etmeliyiz. Kuşlar
birlikte uçarak hem daha çok enerji sağlıyor hem de daha uzaklara
ulaşabiliyorlar. Biz de birlikte savaşmalıyız. Meyve yalnızca ağacın dalının
ucunda. Elimiz kolumuz bağlı oturursak meyveyi yiyemeyiz. Yerimizden kalkıp,
ağacın dalına uzanırsak meyveyi tadabiliriz.”
(Figen Atalay /26.
07. 1993/Cumhuriyet)
***
Edward Goldsmith’in: Beş
bin günde dünyanın kurtuluşu
Uluslar arası ekolojist hareketin
belli başlı öncülerinden Edward Goldsmith’in son kitabı “yerküreyi kurtarmak için beş bin gün” daha şimdiden 300 binlik uluslar
arası bir satış rakamına ulaşmış durumda. Dünyanın en etkin çevrecilik dergisi “Ekolojist”i 1970 yılından bu yana
yayımlamayı sürdüren Edward Goldsmith’in, kitabında ana hatlarını çizdiği ‘dünyayı kurtarma programı’nın temelinde
insanoğlunun yaşam tarzını kökten bir biçimde değiştirmesi anlayışı yatıyor.
Goldsmith’in planı, dünyanın karşı karşıya
bulunduğu üç ana tehlikenin belirlenmesiyle işe başlıyor: 1990 yılının yazı, 1880’den
bu yana yaşanan en sıcak yaz idi; Basra Körfezi’indeki kirlilik oranı, yerküre için bir ‘rekor’du; dünyada her yıl yok edilen orman alanı da Fransa
yüzölçümünün yarısı kadardı…
İşte bu ‘durum tespiti’; üç acil
önlem paketini gündeme getiriyordu: Ozon tabakasını delen klorflorokarbon (CFC)
gazının lanetlenmesi; okyanusları kirleten toksik atıkların durdurulması;
uluslararası bir ağaçlandırma seferberliği…
“Eğer örgütlenirsek, daha az tahripkâr bir yaşam biçimi
yaratabiliriz” diye düşünen Edward Goldsmith, böyle bir hedefe
ulaşabilmek için, insanların hem hükümetleri denetim altında tutup hem de
kendi, kendine yeten küçük birimler halinde organize olarak sonuca
varabileceklerini öne sürüyor. Tek gerçek demokrasinin, ancak küçük çaplı
örgütlenmelerle yaşayabilen bir demokrasi olduğunu dile getiren Goldsmith, insanların devlet
kurumlarına ve büyük kuruluşlara bel bağlamakla yetinmemelerini öğütlüyor.: “Bazıları bunun bir ütopya olduğunu
düşünüyorlar; fakat bana sorarsanız, esas gerçekdışı olan, bizim şu andaki
yaşam biçimimizdir.
(31 Mart 1991/ Cumhuriyet Dergi)
***
ERİCH FROMM VE BEN (1)
İnsan davranışları üzerine
çalışmalarıyla ünlü Erich Fromm, “Sahip
Olmak ya da Olmak” adlı eserinde, “sencillik”
ve “bencillik” olarak tanımladığı
iki temel özelliğiyle (ilkesiyle) ilgili görüşlerini aşağıda görüldüğü şekilde
açıklıyor:
“Sahip olmak” ilkesine sahip insan; mala, mülke, şöhrete, insana, bilgiye sahip olmak, onları ele
geçirmek, kendine mal edip, onlara egemen olmak ve dilediğince kullanmak
ister. Bu sahip oluşların sonu yoktur.
“Olmak” ilkesine sahip insan ise; hiçbir şeyi elde etmeye ya
da kendine mal etmeye, şöhret ve iktidara sahip olup insana egemen olmaya
kalkışmaz. Bu ilkenin insanı, kendisini geliştirir. Evrimleşir, diğer insanları
sever. Sözcüklerle anlatılamayan, yaşanılan, hissedilen bir özelliktir bu ilke.
Dünya düzeni “sahip olmak” üzerine kurulduğu nedenle, insan ve değerleri, yerini
makinelere ve ekonomik gelişmenin çarklarına bırakmıştır. Bilim, teknik
ilerlemiş, ama bunlar kendi yararına kullanılmadığı için, insan bir araç haline
dönüşmüştür.
Çözümün ilk ve tek şartı, “sahip olmak” ilkesinden “olmak” ilkesine geçmektir. Yeni bir insan, yeni bir toplum oluşturmaktır.
Eserin çevirisi yapan Aydın Arıtan Fromm için şöyle diyor :
Erich Fromm, yazdıklarına ve savunduğu fikirlere uygun
yaşayan ender insanlardan birisiydi. Parada, malda ve şöhrette gözü olmayan,
mütevazi yaşantısıyla dikkati çeken Fromm, “Sahip Olmak ya da Olmak”ı tam beş kez yeniden yazmıştır. Kendisine
“Yeni Çağın Peygamberi” denmesinden
hoşlanmayan Fromm, sorunları ve çözüm yollarını göstererek, tıpkı İsa’nın
geleceğini bildirip, onun yolunu hazırlama görevini üstlenen Nasıralı Yahya
gibi gelecekteki müjde ve felaketi işaret görevini başarıyla yerine
getirmiştir.
***
(1) : Çevre, tüketim, trafik, sağlık, vergi,
rüşvet, iş ahlakı (Ahilik), milli servet, imar ve her şeyi devletten bekleme
gibi alanlarda başlattığım “okul dışı
eğitim” olarak tanımladığım, insanı, davranışlarını ve nedenlerini
araştırdığım, bazıları yerel bazıları merkezi yönetimin sorumluluk alanına
giren, beni bilinçlendiren
çalışmaları yaparken yaşam biçimim kökten değişti. “Bencillik”ten (hodkâmlıktan) kurtuldum. “Sencillik” (diğerkâmlık) ilkesini özümsedim. Erich Fromm gibi
yaşamağa başladım…
Bilinç Üniversitesi Kurucusu
Bilinçolog Galip (Diğerkâm) Baran
TEL: (0252) 382 34 77 / (0535) 844
84 76
E-POSTA:
galipbaran@windowslive.com
Bilinç Üniversitesi’nin:
(a) İşlevi:
“Bilgi Çağı” üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına
dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler
kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil aynı
zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda
bulunmak.
(b) Kuruluş amacı: Güçlünün haklı olduğu
değil, haklının güçlü olduğu, eşdeyişle, “dünyevi değerler”in yerini “uhrevi
değerler”in aldığı bir dünya düzeni kurmak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder