Bilgi çağından 'bilinç çağı'na
WikiLeaks belgeleri
bir kez daha gösterdi ki, bilgi çağı bizleri yeni bir evreye "bilinç
çağı"na getirdi. Bu çağda, önümüze gelen bilgileri tasnif edip
yorumlayacak, algılama kapasitesi bir değer ve güç haline geliyor.
MEHMET TURGAN
ZÜLFİKAR | 22 ARALIK 2010,
Wikileaks, bilgi
çağının bizi getirdiği yeni bir fenomen. Bu fenomen hakkındaki görüşler, tüm
dünyada kişiye ve yöreye göre değişiyor. New York'un birçok akademik kurumunda
bu konu üzerine paneller düzenleniyor. Görüyoruz ki, ABD'de de bu konuyla
ilgili görüş ayrılıkları çok. Dünyanın her köşesinde olduğu gibi, sızan
bilgilerin içerikleri, sunum öncelikleri, bu siteyi kurgulayanların kim olduğu
burada da çokça tartışılıyor.
Kimilerine göre
şarlatan, kimilerine göre piyon, kimilerine göre de kahramanlar. Mesela Time
dergisi yılın kişisi seçimi yaparken Wikileaks'in tepesindeki Julian Assange
ile Facebook'un kurucusu Mark Zuckerberg arasında oldukça zorlanmış. İkisi
hakkında yapılan yorum şu: Birisi internette kurduğu sistemle, bireylerin kendi
gönül rızalarıyla sundukları özel bilgileri, büyük kurumlara reklama alarak
para karşılığı satmakta, diğeri de büyük kurumların özel bilgilerini, ne yapıp
edip elde ederek, onların internet üzerinden bireylere bedava sızdırmakta.
Gelin görün ki, yılın adamı Zuckerberg oldu.
BİLGİ DEĞİL ALGI KAPASİTEMİZ ÖNE ÇIKIYOR
Sızıntılarda ortaya
çıkan kimi detaylar üzerine daha geniş kapsamlı analiz arayışları zorunlu hale
geliyor. Bu ise, algı kapasitemizi öne çıkarıyor.
Bir örnek verelim.
Onca yoruma rağmen Türkiye'de de gözlerden kaçan bir detay var.
Global ısınmaya
yaratan ve tetikleyen sentetik ürünlerle dolu bir dünyada yaşıyoruz. Sentetik
bir gerçeklik bu. Petrol tüketiminden moderniteye, ulus-devlet anlayışından
genetiği ile oynanmış gıda ürünlerine, sentetik ilaçlardan dayanağı olmayan
finans ürünleri ile donatılmış bir ekonomik yapıya kadar çok geniş bir alanı
kapsayan bir dünya. Ve hepimizin algılarının doğal bir gerçeklik olarak
algıladığı bir dünya bu. Bunun yanında, bu sentetik düzenin tüm saç ayaklarını
sorgulayan bir global düşünce hamlesi var. Buna ekolojik uyanış da deniyor. Bu
sorgulayan kesimin en etkin olduğu yer, Birleşmiş Milletler bünyesinde
düzenlenmekte olan İklim konferansları. Bir öncesi Kopenhag'da olan bu
konferansların sonuncusu da geçenlerde Meksika'nın Cancun kentinde gerçekleşti.
Detayımız şurada gizli: Wikileaks'i kurgulayanları düzeni sorgulayan
kahramanlar olarak görenler, her nedense Wikileaks'in global gündemi işgal
ettiği günün özelligini pek dikkate almadılar. Sızıntıları basına verdikleri
gün, başta petrolcüler olmak üzere düzenin tam da kendisini temsil eden,
sentetik dünya savunucularının geçiştirtmek istedikleri bir gündü; Cancun iklim
konferansının başlama günüydü. Ve sızıntılar sayesinde global gündemde
konferansın esamesi bile okunmamış oldu.
Önemli bir detay mı?
Koordineli olma ihtimali var mı, yoksa sadece tesadüf mü? Yorum getirmek kolay
değil. Fakat, New York BM'nin merkezi ve ekolojiye duyarlı örgütlenmelerin de
bir nevi merkez üssü ve bu şehirde bugünlerde bu suali soran çok kişi var. Olabilir
de olmayabilir de. Bilgiler artık bol olabilir ama aralarında bağlar
yakalayabilmemiz için daha özgün niteliklere de gerek var gibi. Haliyle, bu ve
bunun gibi kolayca yadsınan detaylar gündeme sunulunca kendi kendimize şu
soruyu soruyoruz: algılarımıza ne oldu?
Burada artık sorun
şudur; Wikileaks ve benzeri fenomenler neyi değiştiriyor? Yarın başka
Wikileaksler de olabilir. Bilgi çağı bizleri yeni bir evreye "bilinç
çağı"na getirdi. Bu çağda, önümüze gelen bilgileri tasnif edip
yorumlayacak, algılama kapasitesi bir değer ve güç haline geliyor. Hatta buna
toplum ve ülke bazına genelleyerek bilinç sermayesi de diyebiliriz. Genel bir
gözlem, algılarda bir uyanış hamlesi var olduğu yönündedir.
BİLGİ ÇAĞINDAN BİLİNÇ ÇAĞINA
Bilgi 1990'ların
ekonomisinde yegane değer ölçütü olduğu ve internet sayesinde herkese açıldığı
için bu döneme bilgi çağı dedik. Bilgi artık dünyanın kullanımına açılmış bir
sermaye idi. Bilgi görünmez, bulunmaz bir yeraltı dehlizi değil, gözler önünde
gün yüzünde bir okyanus gibi. Bilgi bolluğu da önümüze artık yepyeni açmazlar
çıkarmakta. Bu sefer bu okyanusta yolumuzu nasıl bulacağız suali ile
başbaşayız. Hangi konuda hangi bilgiyi istesek, internete girdiğimizde birkaç
tuşa basmakla o konuda üstümüze bilgi yağıyor. Dil, bu okyanusta bizi seyahat
ettiren gemiler gibi ise, algılarımız yani bilinç kapasitemiz de pusulamız
oluyor. Bugün sorun algılarımız da.
Sermayesi
"bilgi" olan bir evreden sermayesi "bilinç" olacak yeni bir
evreye geçiyorsak, bilinçlerimizi şekillendiren algılarımızı gözden geçirmemiz
kaçınılmazdır. Fransız devrimi ile başlayıp endüstri devrimi ile hızlanan ve
yeni evrelerle bireyin tüm algılarını şekillendiren sentetik gerçeklikler
dünyasını iyi gözlemlemeliyiz. Böyle bir ayrıma bizleri taşıyan süreç,
biyolojiden ekolojiye, psikolojiden sosyolojiye uzanan bir bütünü
şekillendirdi. Ve bireyi çevreleyen tüm alanlarda sentetik bir gerçeklik
yarattı. Bir yandan bu kurgu insanlığa tarihinin en büyük sıçramasını
yaşatırken, diğer yandan da bireyi doğasından hızla uzaklaştırdı. İnsan özüne
ve doğasına yabancılaştı. Artık bir yol ayrımındayız. Ve daha da ötesi şimdi
bir kırılma noktası yaşanıyor. Bu kırılma noktasında bilinç öne çıkıyor.
Kırılma noktası; sentetik gerçekliği sorgulamak ya da sorgulamamak. Kısacası,
sentetik evrende insanın özüne ve dünyanın doğasına yabancılaşmış bir gerçeklik
varken; organik diye de adlandırabileceğimiz bir ikinci evrende ise insanın
doğal özüne ve dünyanın özgün doğasına dönebilmişlik arayışında olan bir
gerçeklik var. İkinci evrene dair algılar bu bilgi okyanusunda çok daha
işlevsel.
SENTETİK EVREN NASIL OLDU
1. Ulus-Devlet olgusu
bireye sentetik kimlikler giydirdi. Bu sadece Türkiye'de değil, dünyanın her
köşesinde böyle oldu. Bürokrasilere, hiyerarşilere, emir-komutalara,
ideolojilere, yani envai türlü sentetik güç merkezlerine bireyin hür ve doğal
irade kapasitesini feda ettik. Doğa ile aheng içindeki hürlük hissini
körelttik. Kendisi ve çevresi ile barışık olamayan nüfuslar ve kollektif nefret
sınıflamaları böylesi bir sentetikliğin yan ürünleri oldu.
2. Başta petrol olmak
üzere fosil yakıtların enerjideki egemenliği atmosferi sentetik atıklara boğdu,
boğmakta. Ülkelerüstü, devletlerüstü bir kartel halinde böylesi bir enerji
kültürü statükolaştı. Algılarımız bu kurgunun alternatifini imkansıza yakınmış
gibi bir ihtimale yerleştirdi. Neticede teneffüs edilen hava artık eski hava
olmaktan çıktı. Daha da önemlisi, karbon salınımı öyle noktalara ulaştı ki
artık telafisi olamayacak sınırı geçtik. Ve algılarımız bunu gündelik yaşamda
tamamıyla kanıksamış hal aldı.
3. Gıda ürünleri
sentetikleşti: Kimyasal gübrelerden kimyevi koruyuculara, genetiği ile oynanmış
tohumlardan sentetik şekere kadar. Doğanın bir parçası olan biyolojimizi
sentetik ürünlerle besler olduk. Obeziteyi kanıksadık. Böylesi gıda tüketiminin
nice yan etkisini algılarımız gerçeklik olarak kabullenir oldu. İngilizce'de
bir deyim vardır, "what you eat is what you are" (ne yersen sen
osundur). Açıkçası biyolojik olarak başkalaştık.
4. Ekonomi, sentetik
finans ürünleri ile kurgulanmış bir sisteme yerleşti. Bu da bireyin ekonomik
faaliyetlerindeki değerlendirme algısını sürekli etkiler hal aldı. Neye niye
yatırım yaptığını algılama ihtiyacı hissetmeden bireyler birikimlerini
ihtimaller alemine gönderir oldu. Tüm gelecekler ve birikimler rahatlıkla
risklere bağlanabilir hale geldi. Bilinçsiz borçlanma hayat anlayışı halini
aldı. Öyle ki 2008 finans krizinin kökenlerinde tamamıyla bu algı kaymasının
rolü gözlemlendi.
5. Tüketim kültürü
tamamıyla irade dışı etkenlerce bireyin karar kapasitesini etkiler bir hale
büründü. Öyle ki özellikle Çin'den yola çıkıp tüm dünyaya yayılan sağlıksız ve
verimsiz ürünlerin pazar payının devasalığında da böylesi bir algı kaymasının
rolünü gözlemler olduk. Çevre, kalite, estetik ve sağlık kaygıları taşımadan
üretilmiş mamüller gündelik hayatımıza yerleşti. Algılarımız öyle bir hal aldı
ki kaliteli ama çok uzun ömürlü bir ürüne kalitesiz ama çok çok daha kısa
ömürlü bir ürünü tercih eder olduk. Kar ettiğimizi sanırken uzun vadede ne
zararlar ettiğimizi algılayamaz olduk.
6. Tüketilen sentetik
gıdalar bir yandan, sağlık kaygısı taşımadan üretilmiş ve tüketilmiş mamüllerin
nice negatif etkileri diğer yandan, kaotik bir sağlıksızlık sarmalına girilmiş
olundu. Girildikçe bir diğer yandan da tedavi müptelalığı baş gösterir oldu.
Tabiri caizse biyolojik özgürlüğümüzü yitirdik. Bu tüm dünya için geçerli bir
açmaz halini aldı. Sentetik ürünlerin bünyemizde var ettiği sorunları yine
sentetik ilaçlar ile giderme kültürünü kanıksadık. Bir kısır döngüye hapsolduk.
FARKINDA MIYIZ?
Sonuç olarak, çıkışı
olmayan bir sarmal böylece algılarımızı da biçimlendirerek bizlere yeni bir
gerçeklik takdim eder hale geldi. Doğa ile ahengli bir gerçekliğin yerini
sentetik bir gerçeklik alıvermiş oldu. Bu esnada tabi ki her geçen gün doğanın
kendisinden de uzaklaştıkça uzaklaştık. Ve gün geldi, özellikle değişik yörelerden
ve birçok kesimlerden böylesi bir düzeni sorgulayan yaklaşımların çıkması ile
alternatif bir algı aleminin çatısı kurulmaya başlandı. Bilgi çağının, bilgi
okyanuslarını önümüze bocalaması ile de öyle gözüküyor ki bir kırılma noktası
yaşanmakta artık. Bakalım, algılarımız doğal hallerine dönebilecek mi? Bakalım
bilinç bir sermaye olarak daha sağlıklı ve daha işlevli bir dünyanın var
edilmesinde ne denli devreye girebilecek? İnsanoğlu olarak yarattığımız bunca
muazzam teknolojiyi yeni bir küresel hamle ile, ekoloji ve insan doğası ile
aheng içinde olan bir denkleme yerleştirebilecek miyiz? Ve yükselen bir güç
odağı olduğu artık aşikar olan yeni Türkiye böylesi bir kırılma noktasında
nasıl bir duruş sergileyecek?
Esas soru şu: Farkında mı, farkında mıyız?