YARINLAR İÇİN; POZİTİF YAŞAM
E r g ü n A R I K D A L
SUNUŞ
Düşünen her kişi ve toplumun açıkça görebileceği gibi
insanlık büyük bir değişimin sancı ve sarsıntısı içindedir. Maddi ve manevi tüm
kurumlar yozlaşma alanları halindedirler. Tüm değerler saflığını yitirmiş
durumda ve insan sayısı kadar doğru ve yanlış var. Herkes farklı dili konuşuyor
ve kimse kimseyi anlamıyor. Çünkü insanlık kuşku duymadan ortaklaşa
başvurabileceği bir BİRLEŞTİRİCİ BİLGİ’ ye sahip değil.
İnsanlık bir yandan özüne (ruhuna) ve insan olarak gerçek
vazifesinin ne olduğuna ait bilgisizlikten doğan anlayışsızlığının ıstırabını
yaşarken, öte yandan herhangi bir manevi otoriteye şuurlu olarak bağlı olmadan
kendi yolunu kendi seçmek, kendi gerçeklerini yaşamak ve doyuma ulaşmak
istiyor.
Bütün insanlık her türlü çalkantı ve sarsıntısıyla yeni bir
çağa geçmenin hazırlığı içindedir. Çağımız insanı ruhsal ve şuursal seviyesi
bakımından hızlı bir ilerlemeye tabi tutulmuştur; ancak bunu belirleyecek temel
bilgisi eksiktir ve yaptığı yorumlar yetmemektedir. İnsanların kendileri ve dış
dünya hakkında sordukları sorulara, her seviyeyi tatmin edecek şekilde cevap
verebilecek yeni bir BİLGİ’ye ihtiyaç vardır. Bu nedenle yeni çağ,
“Birleştirici BİLGİ Çağı” olacaktır.
Her ülke gibi Türkiye de insanlığın şuurlanmasına ve uyanmasına
asırlarca hizmet etmiştir. Anadolu insanı binlerce yıldır bu misyonu yerine
getirmek maksadıyla çeşitli şekillerde yetiştirilmiş, yönlendirilmiş ve
bugünlere hazırlanmıştır.
Dünya insanlığını üstün bir tekâmül sıçrayışına doğru yönlendirecek,
mevcut bütün anlayışları, zaman içinde Tek Gerçeklik haline getirecek ve
böylece tüm insanlığı aydınlatarak ona rehber olacaktır.
Birlik, beraberlik ve eşitlik ruhunu sevgi, yardım ve
dayanışma ile pekiştiren insanlık, içinde bulunduğu derin çıkmaz ve bozgundan
kendi kendini kurtarabilecektir. Artık her insan kendini sever gibi her insanı
sevmek, komşusu ile geçinir gibi her insanla iyi geçinmek idrakine varacaktır. Bu
vazife duygusu ve anlayışıyladır ki, Dünyaya Ruhsal ve Moral Yasalar hakim
olacaktır.
Elinizdeki bu kitapçık, Dernek çalışmalarımızın küçük bir
ürünüdür. Amacımız daima dengeli ve doğru olanı aramak, özgürlük, sevgi, ve
ahenk dolu bir dünyanın yapılanmasına katkıda bulunmaktır.
Kitapçıkta özetlenen beş İlke’nin (Varlığın Birliği İlkesi, Varlıksal
Eşitlik İlkesi, Seçme Özgürlüğü
İlkesi, Varlıksal İradelerin
Çelişmezliği İlkesi ve Varlığın
Bildiğinden Sorumlu Olduğu İlkesi) sizlerde yeni ilhamlar uyandıracağına ve
bizi daha iyi tanımanıza yardımcı olacağına inanıyoruz.
- VARLIĞIN
BİR’LİĞİ İLKESİ
Varlık, sonsuz olan Yaradan’ın tezahürü ya da yansımasıdır. “Varlığın Bir’liği İlkesi”ni anlamaya
çalışırken önce, Yaradan kavramını ele almak gerekecektir.
Yaradan’ın Bir’liği
Yaradan mutlak ve sonsuzdur. Bundan dolayı beşeri ve
göreceli olan isim ve sıfatlar O’nu tanımlayamaz. Hiçbir şeyle kıyaslanamayan
ve sadece Kendisine benzeyen Yaradan, hiçbir şeyden etkilenmez ve değişmez.
Varlık’ta Yaradan’a
ait hiçbir zerre yoktur. Bu cevher farklılığı sebebiyle O’na ulaşılamaz.
Bununla beraber Yaradan, Varlığı’yla, kanunu vasıtasıyla irtibattadır (Zat’ı
bakımından değil).
Sonsuz boyutların, mekânın ve zamanın sahibi olan Yaradan,
Varlık tarafından anlaşılamaz. Yaradan’ı Zat’ı bakımından değil, sadece
tezahürlerini gözlemekle anlamaya çalışabiliriz. Var olan her şey O’nu
sembolize eder.
Kainatın düzeni Yaratılış Kanunları’yla sağlanır. Varlık
sonsuzluk içinde bu Kanunları öğrendikçe
Yaradan hakkında bazı sezgilere varabilir. Esasen Yaradan kavramı veya
Yaratılış Kanunları, o Kutsal Tohum, farkında olsun ya da olmasın her varlığa
dağılmış ve onların yapılarına nüfuz etmiştir. Merkezi her yerde, dış yüzeyi
hiçbir yerde olan küre sembolizmi de aynı şeyi ifade eder.
Mutlak hareketsizlik ve denge halinde olan Yaradan BİR’dir,
TEK’tir ve AYNI’dır.
Var Etme Eylemi
Hiçbir varlığın asla anlamayacağı bu eylem, ancak Yaradan’a
ait bir Bilgi’nin sonucudur.
Yaradan’ın tek bir eylemi vardır; o da Varlık meydana
getirmektir. Tek olan Yaradan’dan yansıyan yegâne şey Varlıktır. Yaradan ve
Yansıması aynı şey değildir. Bu yansıma dalga dalga varlık sistemleri halinde,
çokluk olarak tezahür eder.
Yaradan’a ait olan bu Fiil, yoktan var etmektir. Var olan,
yokluğu idrak edemez; yokluk, varlık için “Hiçlik Sistemi”dir.
Varlığın esası form (şekil) değil, özdür. Başka bir ifadeyle
Yaradan tarafından var edilen form değil, özdür.
Var etme, zaman ve mekân dışı küresel bir eylemdir (çünkü
zaman ve mekân da varlıktır). Yani bu eylem, sonsuzluğu kapsayan tek, bütünsel
(külli) ve ani bir Oluş darbesidir.
Yaradan tarafından meydana getirilen Varlık, bünyesinde
“Varlıksal İlkeleri” ya da “Tanrılık Bilgi”yi taşıyacak şekilde var edilmiştir.
Varlığın Birliği
BİR olan Yaradan’ın var ettiği de Bir’dir. Varlığın Bir ve
Aynı oluşu Yaradan’nın BİR’liğinden dolayıdır. BİR olandan ancak Bir olan sadır
olur.
Yaradan’nın Kanunu değişmez olduğundan farklı statüde
varoluşlar düşünülemez. Oluş, tek BİR Kaynağın, yani Yaradan’a ait tek bir
Kanunun eseridir. Bu sebeple Yaradan İçin Varlık Bir’dir.
Tezahürden önceki küresel varoluşta ve tekâmül ve hiyerarşi
söz konusu değildir. Zaman, mekân ve hareket yoktur. Sadece Bir olan Varlık
mevcuttur.
Kainatlar ve o kainatlarda tekamül eden sonsuz
çeşitlilikteki varlıklar ayrı ayrı yaratılmamışlardır. Farklı olarak gördüğümüz
sayısız varlık sistemleri, tek Bir Varlığın çeşitli boyutlardaki tezahüründen
ibarettir.
Küresel bir bütünlük halinde olan varlıkların tümü, her biri
ayrı varlık çeşidini yansıtan sonsuz yüzeyli tek bir elmas gibidir. Bu bütünlük
“Kozmik Yumurta” şeklinde sembolize edilmiştir. Varlığın Birliği ve Bütünlüğü,
başsız ve sonsuz olmaktır. Her varlık hem baştır, hem sondur.
Varlığın BİR’liği, görünmeyen bir BİR’liktir. Bu Bir’lik öz
ya da varoluş bakımındandır. Yani farklı farklı gördüğümüz tüm varlıklar,
yapılarında aynı mayayı taşırlar.
Varlığın BİR’liği, yaratılışın sonsuzluğunu ve küreselliğini
ifade eder.
Yaradan karşısında varlıklar değil, Varlık vardır. Bu Varlık
Bir, Tek ve Aynı’dır.
“Varlığın Birliği” İlkesi’ne bağlı olarak bütün varlıklar
eşittir ve seçme özgürlüğüne sahiptir; ancak varlıksal iradeler birbirini
çelmez.
Yaratılış ve Tezahür
Yaradan’ın tezahürü Varlıktır. Tezahür eden Yardan’ın
kendisi değil, O’nun Bilgisi ya da Kanunudur. Kainat bütünüyle Yaradan’ın
tezahürü ya da yansımasıdır.
Tezahür, mutlak sonsuz olan Yaradan’ın kendisini sınırlı
olanla ifade etmesi demektir. Yaradan tarafından bakıldığında sonsuzluğun sonlu
hale gelmesi söz konusudur. Ancak bu tezahür, varlık açısından yine de
sonsuzdur. Bu bakımdan ele alındığında, varlık, çokluk demektir.
Yaradan’ın Oluş ( var etmek, varlık meydana getirmek) Eylemi
yaratılış değildir.
Yaratılış; zamana ve mekâna bağlı maddi sistemler içinde,
Varlığın forma (şekle) bağlı olarak tezahür etmesidir.
Saf maddenin kendisinde herhangi bir form, herhangi bir ide
yoktur. Maddeye şekil veren varlıktır. Şekilsiz (amorf) olan madde, varlık
tarafından şekillendirildikten sonra
bildiğimiz evren meydana gelmiştir.
Yaratılış ya da imalat (prodüksiyon), yani mevcut olanı
şekillendirme Yaradan’a değil, Varlığa aittir, Varlık Yaradan’ın var ettiğine
şekil vererek yaratma fiilini gerçekleştirmiştir.
Görülüyor ki, Yaradan’ın Kanunu’nu uygulayan ve en büyük varlıksal ilkelerden
olan “Seçme Özgürlüğü” İlkesi’ne bağlı olarak Yaratılış Fonksiyonu’nu yerine
getirmeyi seçen “Tanrılar” ya da “İlâhlar” vardır.
Küresel Varlık aleminde yaratılış süreklidir, yani bu
faaliyetin başı ve sonu yoktur. Bu Varlık bütünlüğünü hissedebiliriz ama asla
anlayamayız.
Yaratılanların
Birliği
Yaratılanlar, yani yine Varlığın sebep olduğu ve de sonsuz
boyut, mekân ve zamana dağılarak çokluk halinde tezahür eden varlıklar
(mevcudat) , aynı özü taşıdıklarından ve aynı Yaratılış Kanunu’na tabi
olduklarından Bir ve Tek’tirler.
Birlik’ten Çokluğa
Yaradan tarafından meydana getirilen Varlık’ta, o tüm
varoluşun Bilgisi saklıdır. Bir Merkez’den itibaren, içten dışa genişleyen
küreler tarzındaki varlık sistemleri sonsuzluğa uzanır.
Bu yaratılış küresindeki varlık sistemleri birbirinin
tezahür sebebidir. Bir tezahür, kendinden önceki bir tezahürün sebebidir. Bir
önceki bir sonrakini türetir. Yani varlık, varlığı yaratır. “Yaratılan,
Rab’bine benzer” ifadesi bu anlama gelir. Yani varlık için Aslı’na uygunluk söz
konusudur. Ancak tüm varlıkların mayası Yaradan’dan dolayı Bir’dir. Bu sebeple
yaratılmış olanlar Bir’dir.
Güneş ışığının bir prizmadan geçerek yedi renge ayrılması
gibi Bir olan Varlık, çeşitli boyutlarda, boyuta has zaman ve mekân şartlarında
farklı form ve yapıda tezahür etmiş ve böylece zahiri bir çokluğa dönüşmüştür. Bununla
beraber özde Birlik olduğu için, “Yukarıdaki aşağıdakine, aşağıdaki
yukarıdakine benzer.” denmiştir.
Çokluktan Birliğe
Yaratılış Yaradan’dan itibaren açılmaya başlar. Merkez’de ve
her şeyin başında O vardır; her şey O’na doğrudur.
Tekâmül, zaman ve mekân içersinde bulunan bir değişme olup
Merkez’e yaklaşmanın bir ölçüsüdür. Ancak bu asla ulaşılamayacak bir
Merkez’dir.
Varlık, yaratılış küresinin Merkezi’ne yaklaştıkça
ayrıntılar ortadan kalkar. Tabi olunan kanun sayısı azalır, ama bu kanunların
kapsamı genişler. Her şey Bir’leşir ve ayniyet kazanır. Bu nokta Birlik (Teklik,
Vahdet) Şuuru’nun Merkezi’dir. Hakiki Birlik oradadır.
O Merkez’den sonsuzluğa yayılan Şuur alanı içerisine giren
varlıklar, Birlik fikrine, yani Merkez’e doğru çekilirler. Orada “sen-ben” yok,
“biz” vardır. Varlıkların tekâmül seyri sonsuza dek o Birlik Merkezi’ne
doğrudur.
“Varlığın Bir’liği
İlkesi”nin Etik Sonuçları
“Varlığın Birli’ği İlkesi”nin fizik plândaki tezahürü
olarak, bedenli halimizle, kozmik bir bedenin hücreleri gibi birbirimize bağlı
durumdayız. Mekânda işgal ettiğimiz konuma bakarak bedenler arasında gördüğümüz
boşluklar bizi yanıltmaktadır. Bu yanılgının sonucu olarak kendimizi
başkalarından ayrı gibi, bireysellik varmış gibi düşünerek “sen-ben” davası
güderiz. Oysa insanlık Tek Bir Şey’dir. Bütünsel Akıl (Zekâ ya da Şuur) fizik
kâinatta ancak böyle görünmektedir.
İnsan varlığının bireysel tekâmülü, tüm insanlığın kolektif
tekâmülüne bağlıdır. Bu sebeple insan, toplum içinde “Yardımlaşma ve Dayanışma
Kanunu”nu bilerek uygulamalıdır. Görülüyor ki, “her koyun kendi bacağından
asılmamaktadır”.
Tekâmül seyri Birlik fikrine, yani Birlik Şuur Alanı’nın
Merkezi’ne doğrudur. Ne yaparsak yapalım, o Merkez’e doğru hareket ederiz.
Aslında hepimiz Bir’iz. Bu nedenle “Birimiz hepimiz, hepimiz
birimiz için” ifadesi kullanılmıştır.
2. VARLIKSAL EŞİTLİK İLKESİ
Tüm varlıklar varoluşları bakımından Yaradan karşısında
mutlak olarak eşittirler. Varlıksal Eşitlik İlkesi, Varlığın Bir’liği
İlkesi’nin doğal bir sonucudur. Bir olan Varlık, farklı ve eşit olmayan formlar
içinde olmakla beraber, aynı parlaklıkta tezahür etmiştir.
Varlığın Bir’liği
İlkesi’nden Varlıksal Eşitlik İlkesi’ne
Varlıklar ayrı ayrı değil, tek bir Kanun’a bağlı olarak ve
aynı Varlıksal İlkeleri bünyelerinde taşıyabilecek şekilde yaratılmışlardır. Bu
sebeple Bir olan Varlık, Tanrı karşısında olduğu gibi birbirleri karşısında da
eşittir.
Bir olan Varlığın tezahür aleminde çokluk arz etmesi,
varlıkların Seçme Özgürlüğü İlkesi’ne göre hareket etmelerinden kaynaklanır.
Varlıklar sonsuz maddi sistemlerde görünürken kendi iradelerine göre bir vazife
alırlar. Özde Bir ve Eşit olan varlıklar, özgür iradeleriyle kozmik bir planın
belli bölümlerini işgal ederek hizmet ve vazifelerini yürütürler.
Eşitlik Varoluştadır;
Cisimde ve Şekilde Değil
Varlıksal Eşitlik İlkesi görünen değil, görünmeyen bir
temele dayanır. Bu, cismani ve şekilsel değil, varoluştaki eşitliktir. Yani
varlıklar ayrı ayrı değil, tek bir yaratılış darbesiyle (OL! Ya da FİAT)
meydana gelmiştir. Tüm varlıklar tek bir Merkez’in Kanunları’na bağlı olarak
tezahür etmiştir. Varlıkların en derin ve temel ortaklığı, “oluş”larıdır.
Varoluş bakımından bütün varlıklar eşittir.
Bu eşitlik, varlıkların öz ya da maya birliğinden
kaynaklanır. Varlıklar cisim ve şekilleri bakımından farklı ve çeşitli olsa da,
Yaratılış Birliği ve Kanunları bakımından evrensel bir eşitliğe sahiptirler. Bu
öyle bir eşitliktir ki, görünümle, yani çeşitli zaman, mekân ve boyutlarda
tezahür eden maddesel formlarla zedelenmez.
Varlıksal Eşitlik İlkesi’ni taşıdığından dolayı tüm
varlıklar, Yaradan karşısında olduğu gibi birbirleri karşısında da eşittirler.
Bu İlke’nin sonucu olarak bir boyutta atom olan varlık, başka bir boyutta
galaksidir veya bir boyutta insan olan varlık, başka bir boyutta ilahtır.
Eşitlik varoluştadır; cisimde ve şekilde, yani tezahürde
değil.
Görünüşteki
Eşitsizlik Aldatıcıdır
Eşitlik İlkesi’ni mayalarında taşıyan varlıkların, tezahürat
aleminde maddesel formlar halinde çeşitlilik, farklılık ve çokluk, yani
eşitsizlik sergilemeleri, yine özlerinde taşıdıkları Seçme Özgürlüğü
İlkesi’nden kaynaklanır.
Görünmeyen görünenin içinden geçerek tezahür ettiği zaman,
özdeki bu Birlik, her varlıkta kendi seçimine bağlı olarak çeşitli şekillere
bürünür. Madde aleminde gördüğümüz eşitsizlik ve çeşitlilikler, ışığın
prizmadan geçip yedi renge ayrılması gibidir. Prizma ortadan kalkınca yedi renk
kaybolur, ortada sadece ışık kalır.
Seçme Özgürlüğü İlkesi’ne bağlı olarak varlık, yolunu
kendisi seçer ve içinde bulunduğu hali kendisi hazırlar, Bize eşitsizlik varmış gibi gelse de, Varlık
kozmik vazifesini, ancak o hal içerisinde en mükemmel şekilde yerine
getirebilir. O kadar ki, görünen eşitsizliği teorik olarak eşitliğe çevirmek
mümkün olsa, kâinatın düzeni bozulurdu.
O halde görünen eşitsizlikler varlığın seçimine bağlı
olduğundan doğaldır. Ayrıca tüm eşitsizlikler rölatif olup geçicidir. Oysa
Varlıksal Eşitlik İlkesi varoluştaki eşitlik olup ebedidir ve hiç bozulmaz.
Tekâmül ya da gelişme, varlıklar arasında eşitliğin
bozulması ya da bozulan eşitliğin dengelenmesi anlamına gelmez. Tekâmül,
varlığın Seçme Özgürlüğü İlkesi’ne bağlı olarak kendi üslubuna göre ilerlediği
kozmik bir hizmet sürecidir.
Varlıklar tekâmül farklılıklarından dolayı farklı
sorumluluklar taşırlar. Buna bağlı olarak sonsuz boyutlar içinde, sonsuz bir
şekilde eşitsizlikler, kademeleşmeler ve hiyerarşiler görülür.
Varlıklar farklılık, çeşitlilik ve eşitsizlik halinde bir
Bütünlük oluştururlar. Hiçbir varlık diğerinden bağımsız değildir. Her şey her
şeyin içindedir. Birindeki değişiklik hepsini etkiler. He varlık, işlemekte
olan kozmik mekanizmanın eşit derecede değerli ve vazgeçilmez birer unsurunu
teşkil eder. Varlıklar bir ağacın kökü, gövdesi, dalları, yaprakları, çiçekleri
ve meyveleri gibidir; ağaç ancak bu bütünlük içersinde hayatiyetini ve
fonksiyonunu sürdürebilir. Her varlık, kâinat düzeni içersinde üzerine aldığı
vazifeyi eşit olmayan formlar altında gönüllü olarak yerine getirir.
Varlık tekâmül seyri içinde Merkez’e yaklaştıkça maddesel
sistemin çokluğu, çeşitliliği ve farklılığı kaybolmaya başlar. Varlık
ayrıntılardan kurtulur. Her şey birleşir ve ayniyet kazanır. Yani özde mevcut
olan Varlıksal Eşitlik İlkesi daha çok tezahür eder.
Yaradan Karşısında
Varlıkların Durumu
Varlığın Birliği İlkesi’ne göre Yaradan için Varlık Bir’dir.
Yani O’nun nezdinde varlıklar değil, tek Bir Varlık mevcuttur. Bir olan
Yaradan’ın bir yansıması vardır; o da Varlıktır. Tezahür öncesi tek ve Bir olan
Varlığın, tezahür ettikten sonra çokluğa bürünmesi Varlığın Birliği İlkesi’ne
halel getirmez. Çünkü tezâhür eden Varlığın durumu, sonsuz yüzeyli bir elmasın
durumu gibidir. O yüzeylerin her biri nasıl tek olan elmasın bir görünümü ise,
sayısız varlık sistemleri de Bir Olan’ın sonsuz derecede farklı zaman, mekân ve
boyutlardaki görünümünden ibaret bir Bütünlüktür. Varoluşlarıyla beraber tüm varlıklara
nüfuz etmiş olan Nur (öz, maya ya da Tanrılık Bilgi), her varlıkta aynı
derecede yayınlanmaktadır.
Yaradan açısından bakıldığında çokluk, çeşitlilik ya da ayrılık
değil; Birlik ve Eşitlik görülür. Başka bir deyişle tüm varlıklar aynı Ruhsal
ve Maddesel Yasalar’a tabidirler. O yasalar insandan insana değişmez. Ateş,
ayrım gözetmeksizin herkesin elini yakar.
O halde sonsuz çeşitlilik gösteren tüm varlıklar Yaradan
karşısında eşittir. Bu, bir kürenin
yüzeyindeki bütün noktaların Merkez’e eşit uzaklıkta olmasına benzer.
Dolayısıyla Yaradan’a göre hiçbir varlığın diğerine nazaran üstünlüğü ya da
seçilmişliği söz konusu değildir. Bu gerçeğin aksini savunan her türlü öğreti
geçersizidir. Çünkü Varlıksal Eşitlik İlkesi’nden yoksun oldukları için çelişki
ve adaletsizliklerle doludurlar.
Eşitlik İlkesi’nin
Etik Sonuçları
Bu İlke’ye göre bilgisi ve inancı ne olursa olsun, bütün
varlıklar Yaradan karşısında eşittir. O’na nazaran hiç kimse daha ileride ya da
daha geride değildir. Kimse kimseye üstün kılınmamıştır; efendi-köle ayrımı
yoktur. Bu ilke gereği kimseye iltimas geçilmez ve kimse haksızlığa uğramaz.
Tanrı Yasaları, hükmünü her varlık üzerinde eşit şekilde icra eder.
İyi ya da kötü diye nitelendirdiğimiz düşünce ve davranışlar
bu eşitliği bozamaz. Herhangi bir
insanın erdemli tutumu onu Tanrı nazarında daha seçkin bir hale getirmediği
gibi, işlediği fiillerin kötülüğünden
dolayı kimse Tanrı’nın gözünden düşmez. Tanrı nezdinde bütün varlıklar mutlak
olarak eşittirler.
Varlıksal Eşitlik İlkesi gereği Tanrı, insanı ne
ödüllendirir, ne de cezalandırır. Aksi bir uygulama çelişki olurdu. Dolayısıyla
başımıza gelen olaylar Sebep-Sonuç Yasası gereği, daha önceki fiillerimizin
sonucudur. Yani insan kaderini kendisi belirler. Görülüyor ki, fiillerimizden
dolayı Tanrıya değil, kendi varlığımıza karşı sorumluyuz. Çünkü ruh bu yetkiyle
yaratılmıştır. O halde Tanrı’dan korkmak yerine, anlayışımız ölçüsünde O’nu
sevmek ve saygı duymak gerekir.
Tanrı nezdinde eşit olan varlıklar, doğal olarak
birbirlerine göre de eşittirler. Ne var ki, bencilliği ve kibri nedeniyle insan
bu gerçeği görememekte ve yeryüzünde bunun tersini uygulamaktadır. Bu ilke
gereği bütün insanlar ruh kardeşidirler.
Yeryüzünde yarattığımız sınıflar ve kastlar Varlıksal
Eşitlik İlkesi’ne aykırıdır. İnsanları iyi-kötü, inanan-inanmayan,
zengin-fakir, güzel-çirkin diye ayırarak bir kısmını baş tacı ederken,
diğerlerini hakir görmek bir yanılgıdan ibarettir. Karşı cephe yoktur; herkes
aynı taraftandır. Yukarıda ya da aşağıda olan yoktur; tüm varlıklar aynı
seviyede olup herkes vazifesini yapmaktadır. Her varlık tek bir kozmik tablonun
kendi seçtiği bölümünü işlemektedir.
Kim ne yaparsa yapsın ya da ne olursa olsun, kendi tekâmül
küresinin merkezine doğru ilerlemekte ve merkeze yaklaştıkça tezahür aleminin
zahiri eşitsizliği giderek kaybolmakta ve Birlik Ruhu hakim olmaktadır.
Varlıksal Eşitlik; cismani eşitlik, fırsat eşitliği ya da
anlayış gelişimi eşitliği değildir. Bunlar aynı İlkenin tezahür alemindeki
basit görünümleridir.
Varlığın görevi, madde aleminin her türlü yanıltıcılığına
rağmen bu eşitsizliği fark ederek Varlıksal Eşitlik İlkesi’ni yaşamak ve
yaşatmaktır. Gerçek sevgi ancak bu anlayışa ulaştıktan sonra doğar ve insanlar
hiçbir adaletsizlik yapmadan, herkesi eşit görerek “Yardımlaşma ve Dayanışma”
içinde şuurlu yaşarlar. Şuurlu bir
insan, Ruhsal ve Maddesel Kanunları eşit şekilde kullanarak dengeli bir hayat sürdürür.
Hiçbir varlık ne yaparsa yapsın bu eşitliği bozamayacağına
göre, ayrıca da varlık dışı bir sistem tarafından yargılanamayacağına göre,
bütün sorumluluk tümüyle varlığın kendisine ait olacaktır. Bu durumda bize düşen, insan kardeşlerimizle,
karşılık beklemeksizin evrensel bir “Yardımlaşma ve Dayanışma” içinde olmaktır.
Bir olan Varlığın çeşitli şekillerde tezahür etmesiyle
geçici ve yanıltıcı bir eşitsizlik doğmuştur. Ancak her varlık farklı görünürse
de özde Bir’dir. Yeryüzünde yarattığımız “ben-sen” ayrımı kesin bir yanılgıdan
ibarettir. Varlık maddeden sıyrıldığı zaman egoistik kökenli “ben ve sen”
ayrımının olmadığını anlar. Ne var ki, maharet, bu gerçeği bedenli haldeyken
anlamaktır.
Bedenli yaşamımızda dış realiteyi çokluk, çeşitlilik ve
eşitsizlik olarak algılayışımızın sebebi, sınırlı duyularımız ve şuurumuzdur.
Bundan dolayı Varlığın Birliği ve Varlıksal Eşitlik gibi Temek Ruhsal İlkeler’i
kavramak için duyuların ve şuurun aşkınlaşıp, küreselleşmesi gerekir ki, bu da
özel bir Bilgi’yle olur.
3. SEÇME ÖZGÜRLÜĞÜ İLKESİ
Tezahür alemindeki çokluğun ve çeşitliliğin sebebi olan
Seçme Özgürlüğü, kâinattaki tüm varlıkların özünde mevcut olan temel ilkelerden
biridir. Bu ilke, yine her varlığın özünde mevcut olan Varlıksal Eşitlik
İlkesi’nin doğal bir sonucudur.
Seçme Özgürlüğü
Varlıksal Eşitlik İlkesi’nden Kaynaklanır
BİR olan Yaradan tek bir eylemle Varlığın özünü var
etmiştir. Bu eylem, formlara bürünerek tezahür edecek olan Varlığın yapısını
Tanrısal İlkelerle donatmıştır. Aynı varlıklar bir seferde yaratıldıkları için
özde BİR’dirler ve özlerinde aynı Varlıksal İlkeleri taşıdıkları için de Tanrı
karşısında ve bunun doğal sonucu olarak birbirleri karşısında da kayıtsız
şartsız eşittirler. İşte bu Eşitlik İlkesi’dir ki varlıklara sınırsız bir Seçme
Özgürlüğü sağlar.
Her Varlık Sınırsız
Ölçüde Seçme Özgürlüğüne Sahiptir
Yaradan sonsuzdur; Yaradan’nın yarattığı da sonsuzdur.
Sonsuz Olan’dan sonlu bir varlığın sadır olması abestir. İşte aynı mantığa göre Varlık, sınırsız bir
seçme özgürlüğüne sahiptir. Buradaki özgürlük zıddı olmayan bir kavramdır. Yani
karşıtı tutsaklık olan bir özgürlükten söz
edilmemektedir. Bu, tezahür öncesi mevcut olan ve dolayısıyla zıddı
olmayan ve de zaman ve mekânla sınırlı olmayan bir özgürlüktür. Başka bir ifadeyle
bu, Varlığın tezahür etme özgürlüğüdür.
Varlık kendi iradesiyle dilediği yönü seçip, ilerler ve
karşısına çıkan şartlara uyum sağlar. Varlık bu seçimiyle herhangi bir şey
kazanamayacağı gibi, herhangi bir şey de kaybetmez.
Varlığın özgür seçimi, mevcut olan imkânlardan birini
kullanması ve geri kalan imkânların da diğer varlıklara kalması şeklinde değildir.
Varlığın dışında imkân diye bir şey yoktur; seçtiği anda o şey varlık için
imkân olmaktadır.
Bu durumda her varlık eşit bir şekilde, sonsuz derecede
seçme hakkına sahiptir; kaldı ki, varlığın dışında sosuz sayıda imkân olsa
bile, seçilen herhangi bir imkân, o imkânların sonsuzluğunu eksiltmez ve geri
kalan varlıklara da sonsuz derecede seçme imkânı kalır.
Tezahür Alemindeki
Farklılığın Sebebi: Seçme Özgürlüğü
Taşıdıkları öz bakımından eşit olan varlıkların tezahür
aleminde farklı görünümleri, varlık dışı
bir sistemin keyfi iradesinden değil, varlığın bizzat kendi iradesinden
kaynaklanır.
Varlığın sınırsız seçme özgürlüğünün sonucu olarak, tezahür
aleminde çeşitli hiyerarşiler doğar.
Özde bir ve aynı olan varlıkların kendi iradelerine bağlı zahiri
kademeleşmeleri Varlıksal Eşitlik İlkesi’ni ihlâl etmez. Aynı varlık Seçme
Özgürlüğü İlke’sini kullanarak bir atomu yönetebileceği gibi, bir Güneş
Sistemini de yönetebilir.
Tezahür alemindeki basamaklaşma ve eşitsizlik, varlığın
yaratılışıyla beraber özünde taşıdığı Seçme Özgürlüğü’nün sınırsızlığını gösterir.
Öz Bakımından Eşit
Olan Varlıkların Seçimleri Neden Aynı Değil de Farklı Sonuçlar veriyor?
Lineer bir düşünde sistemi içerisinde, yani belirli
sebeplerin belirli sonuçları meydana
getirdiği deterministik bir yaklaşımla
şu soru sorulabilir: “Bütün varlılar yaratılış itibariyle eşitse, varlıkların
seçimlerinin de aynı sonuçları vermesi gerekmez mi? Hiyerarşinin sebebi nedir?”
Bu sorunun cevabı, sonsuz boyutları ihtiva eden küresel
mahiyetteki zaman ve mekân şartlarında yatmaktadır. Tüm varlıkların , yaratılış
küresinin merkezinden itibaren, aynı anda ve aynı haklara sahip olarak, tezahür
alemini oluşturmak üzere civara dağıldıklarını farz edelim. Varlıklar 360
derece içersinde nereden başlarlarsa başlasınlar, seçtikleri kozmik yönde
ilerler ve mutlak olarak eşit olmalarına rağmen, farklı şekilde tezahür ederek,
farklı sonuçlar elde ederler. İşte bunun sebebi, varlıkların farklı zaman ve
mekân yoğunluklarıyla karşılaşmış olmalarıdır.
Zaman ve mekân birer varlıktır, yani onlar da yaratılmıştır.
Zaman ve mekân da diğer varlıklar gibi Tanrı karşısında eşittir ve seçme
özgürlüğüne sahiptir. Yani onlar da kozmik yaratılış küresinin merkezinden
itibaren aynı haklarla civara yayılmaya başlamışlardır. Zaman ve mekân,
yaratılış küresinin içinde seçme özgürlüklerine bağlı olarak farklı
yoğunluklarda tezahür etmişlerdir.
İşte varlıklar, seçme özgürlüklerini kullanarak
ilerledikleri kozmik yönde, az yoğun (seyreltik, süptil) ya da çok yoğun (kesif)
zaman ve mekânlarla karşılaşarak çokluk,
çeşitlilik ve eşitsizlik arz ederler.
Varlık, az yoğun olan zaman ve mekân şartlarında hızla
ilerlerken, çok yoğun zaman ve mekân şartlarında yavaşlar. Bunun sonucu olarak
da, özde eşit ve aynı olan varlıklar farklı sonuçlar alırlar ve farklı haller
içerisinde, farklı görünürler.
O halde tezahür alemindeki farklılıklar ve eşitsizlikler,
tezahür sürecinin kendisinden kaynaklanan bir sonuçtur.
Her Varlık Seçtiği
Yönde, Payına Düşen Vazifeyi Yapar
Varlıkların sınırsız bir özgürlük içinde seçtikleri kozmik
yönde ilerlemeleri, Bütün’ün dışında, bağımsız, yani keyfi ve amaçsız değildir.
Tam tersine varlık, tezahür aleminde farklı formlara bürünerek bütünsel bir
düzen içinde tezahürün sürekliliğine katılımdan ibaret olan Kozmik bir Hizmet
ve Vazife’yi yerine getirir. Seçilen hiçbir yön, Vazife kapsamının dışında
olamaz. Varlık hangi yönü seçerse seçsin, Vazifesi’ni yapar.
Kâinattaki Uyum ve
Dengenin Sebebi Seçme Özgürlüğü İlkesi’dir
Varlığın Birliği ve Varlıksal Eşitlik İlkeleri göz önüne
alınmadığı takdirde, Seçme Özgürlüğü İlkesi’ne göre hareket eden varlıkların
keyfi seçimlerinin zıtlıklara, karmaşaya ve dengesizliklere sebep olacağı;
buradan ise uyum ve düzen bir yana, kâinatın daha doğmadan kaosa sürüklenip yok
olacağı akla gelebilir.
Oysa daha önce de belirtildiği gibi, tüm varlıklar
yaratılışları bakımından aynı özü taşırlar ve özlerinde aynı Varlıksal İlkeler
saklıdır. Başka bir deyişle, aynı uyum ve düzen her varlığın özünde ayrı ayrı
kayıtlıdır. Holografik bir sistemde işleyen kâinatta bir varlığın bildiğini,
geri kalan bütün varlıklar da bilir; ama bu biliş, varlığın seçme özgürlüğüne
asla halel getirmez. Varlıklar, Bütün’ün uyum ve dengesini bozmayacak iradelere
sahiptirler ve birbirlerini çelmeyecek şekilde özgürce seçim yapabilecek
yetkinliktedirler.
Seçme Özgürlüğü İlkesi’nin Etik Sonuçları
Bütün insanlar; özlerinde taşıdıkları Seçme Özgürlüğü
İlkesi’nin sonucu olarak yeryüzünde tezahürün sürekliliğine katılma Hizmet ve
Vazifelerini yerine getirmektedirler. He varlık seçtiği kozmik yönde ilerlerken
farklı zaman ve mekân yoğunluklarını aşıp geldiği için, tekâmül seviyeleri ve içinde
bulunduğu şartlar bakımından farklıdır. Ama hepsinin özünde taşıdığı Nur (
Varlıksal İlkeler, Tanrılık Bilgi) daima aynı parlaklıkta ışımayı
sürdürür. Bu nedenle görünürdeki
eşitsizliğe bakarak kimseye ululuk payesi verilemeyeceği gibi, kimse de hor
görülemez. Çünkü varlık, kozmik tekâmül (Hizmet ve Vazife süreci) sahnesinde
kral rolünü de, dilenci rolünü de aynı başarıyla oynayabilecek kudrettedir.
Görülüyor ki, herhangi bir insanın toplum içinde yer aldığı
sınıf ya da kazandığı rütbe ile o insanın gerçek varlığı arasında hiçbir
bağıntı yoktur. Bir insana beşeri ölçülere dayanarak verilen değer, o insanın,
o zaman ve mekân içerisinde yüklendiği hizmet ve vazifenin seviyesini
göstermez.
İnsan Seçme Özgürlüğü İlkesi’ne bağlı olarak ilerlediği
yönde sadece kendisine karşı sorumludur. Seçtiklerinden dolayı kimse ona hesap
sormaz, Çünkü varlık, fiillerinin sorumluluğunu taşıyabilecek kudrettedir. Seçme İlkesi’ne sahip varlığa seçimlerinden
dolayı hesap sorulması gibi bir çelişkiye düşülemez.
Uygulamada yeryüzü, insanın deneme-yanılma yoluyla tekâmül
ettiği bir ortamdır. Bu nedenle insanlığın gelişimini yöneten ve kontrol eden
Ruhsal İdare Mekanizması, yanılan ve bu yanılgıdan kurtulmak isteyen insana
daima seçebileceği başka imkânlar bahşeder.
Benzer ilkeyi toplum içinde kullanan bir insan, başkalarına
seçtikleri yolda yardımcı olur ve onlara hoşgörüyle bakar.
İnsan, Seçme Özgürlüğü İlkesi’ne göre düşünce ve
davranışlarında, içinde bulunduğu zaman ve mekân şartlarının elverdiği ölçüde
özgürdür ve dilediğini yapabilir. Bununla beraber yaptığı her şeyden yine insan
sorumludur. Sebep-Sonuç Kanunu gereği, müspet ya da menfi hareketlerinin sonuçlarıyla
mutlaka karşılaşacaktır.
Seçiminden dolayı insanı yargılayacak bir makam mevcut
değildir ve buna gerek de yoktur. Çünkü insan kendi hesabını görecek
yetkinliktedir. Kaldı ki, Tanrı’nın
sadece Kendisinin seçtiği yolda ilerlemeye mahkum ettiği ve bu yoldan saptığı
zaman cezalandıracağı köleler yaratıp tatmin olmaya ihtiyacı da yoktur.
Varlığın içinde bulunduğu durum, kendi seçiminin sonucu
olduğu için, seçimine en uygun durumdur.
4. VARLIKSAL İRADE UYGUNLUĞU İLKESİ
Her varlık özünde taşıdığı Seçme Özgürlüğü İlkesi’ne göre
iradesini dilediği yönde kullanarak, dilediği şekilde tezahür eder. Hiç
kuşkusuz bu tezahür, varlıkların öz birliğinden ya da aynı ilke ve kanunlara
göre hareket etmelerinden dolayı eşsiz bir ahenkle gerçekleşir. Bütün iradeler
birbirine uygundur; hiçbir irade diğerini engelleyemez, ona zıt olamaz ve onu
yok edemez. Her zaman ve mekânda geçerli olan Varlıksal İrade Uygunluğu İlkesi,
yaratılışın, Tezahür Kanunları’yla beraber sürekli oluşunu gösterir. Yani her
varlık Merkez’deki Nur’u sonsuzluğa iletir. Varlık istese de bunun aksini
yapamaz. Seçme Özgülüğüne sahip olan Varlık, Yaratılış Işını’nı, bir zaman ve
mekândan diğer zaman ve mekâna nakletmekle vazifelidir.
Varlık Varsa Yokluk
Yoktur
Varlıksal İradelerin zıtlaşarak birbirlerini yok etmeleri
imkânsızdır. “Yokluk” kavramı varlık için hiçbir anlam taşımaz, çünkü varlığın
özünde böyle bir ilke mevcut değildir. Varlık yok olmak ya da yok etmek için
değil, var olmak ve var etmek için tezahür etmiştir. Kaldı ki, varlığın
karşısında, kendisinin dışında, yok edebileceği başka bir varlık da mevcut
değildir. Çünkü Varlık Bir’dir.
Bir Olan Varlığın Bir
İradesi Vardır
Temel ilke olarak Varlık Bir’dir. Tek bir Varlık varsa, tek
Bir İrade vardır. Birbirleriyle zıtlaşacak, birbirlerini yok edebilecek rakip
iradeler mevcut değildir. Tüm varoluş tek Bir İrade’yle hareket eden sonsuz bir
bütündür.
Tek olan İrade, tezahür edince çokluk olarak algılanır.
Ancak bu çokluk, sayısız kılcal uzantılarıyla toprağın derinliklerine uzanan
bir ağacın kökü gibi, bir Bütünlük arz eder.
Tek bir gövdeye bağlı olan o sayısız köklerde aynı özsu dolaşır ve her
kılcal kök Bir ve aynı ağaca hayat verir. Benzer şekilde aynı öze sahip
varlıkların iradeleri de mükemmel bir uyum içinde Bütün’e hizmet ederler.
Varlıksal İradeler
Neden Farklıdır?
Varlıkların farklı oluşları, iradelerini farklı yönlerde,
farklı uslüp ve dozda kullanmaları, varlık dışı bir sistemin karşı konulamaz buyruğunun
ya da kaçınılmaz bir yazgının zorunlu sonucu değildir. Çünkü Varlığın kendisinin dışında, Varlığa yön
çizecek herhangi bir sistem mevcut
değildir. Varlığın iradesi kendindendir ve onu dilediği şekilde kullanmakta
mutlak olarak hürdür.
Varlığın ilk hareketinden itibaren kendi seçimiyle, kendine
özgü bir yol sahibi olduğunu belirtmiştik. Ancak bu seçme, öze ait bir
seçmedir. Varlık orada dış etmenlerle, yani kendi özünün dışındaki bazı
etkilerle hareket etmemiştir. Bu, özün kendi içindeki seçmesidir ve bu seçme, yalnız
Varlığa ait bir bilginin sonucunda
gerçekleşmiştir. Tezahür etmiş olan varlık, kendi varlık küresinin
merkezinde, tohumunun tohumuna, o iç tohuma, yani o hareketsiz noktaya ulaşıp
da, sırf hareket olduğu zaman, orijindeki seçiminin yeniden farkına varacaktır.
Her varlık seçtiği kozmik yönde ilerlerken, farklı zaman ve
mekân yoğunluklarıyla karşılaşır. Bu nedenle varlıkların iradeleri, içinde
bulundukları zaman ve mekân şartlarına bağlı olarak farklı farklıdırlar. Çok
yoğun zaman ve mekân ortamında daralan iradeler, az yoğun ve zaman ve mekân
şartlarına dilediklerince gerçekleşme imkânına sahip olurlar.
İradelerin Farklılığı
Hiyerarşi Yaratır
Tezahür aleminde her varlık, içinde bulunduğu zaman ve mekân
yoğunluklarına bağlı olarak, farklı iradelere sahiptir. Bazı varlıkların
iradesi dar, bazılarınınki geniş kapsamlıdır. Bununla beraber, bu farklı
iradeler tezahür sürecine aynı derecede değerli katkılarda bulunurlar.
Bu irade hiyerarşisinde üstteki varlık, alttakine baskı
yapmaz, onun iradesi üzerinde bir otorite kurmaya kalkışmaz. Bundan dolayı
irade hiyerarşisinin alt basamaklarındaki varlıklar kendi iradeleriyle, daha
kapsamlı bir iradenin şemsiyesi altına girerek tekâmüllerini hızla
sürdürürüler.
Kapsam bakımından ne kadar farklı olursa olsun, her irade
Kozmik Vazife Planı’nın vazgeçilmez birer unsurudur. Bir basamaklaşma halinde
dizilen bu farklı iradeler, kendi fonksiyonlarını eksiksiz yerine getirerek
Bütünsel Varlığın yaygınlaşmasına ve mükemmelleşmesine hizmet etmiş olurlar.
Varlıksal İradeler
Birbirlerini Yok Edemezler
Özde bir ve eşit olan varlıklar, Seçme Özgürlüğüne sahip
olduklarından, bir Merkez’den civara doğru farklı kozmik yönlerde, farklı
şekillerde tezahür ederler. Seçme özgürlüklerinden dolayı her varlığın Kozmik
Merkez’e olan uzaklığı farklı farklıdır. Başka bir ifadeyle hiçbir varlık,
diğer bir varlığın aynısı değildir.
Varlıklar, içinde bulundukları Kozmik Küre’de işgal ettikleri seviyeye
göre bir irade sahibidirler. Bu nedenle
nicelik ve nitelik bakımından tamamen farklı olan bu iradelerin birbirlerini
ortadan kaldırmaları imkânsızdır.
Bütün varlıklar özlerinde aynı Temel İlkeler’i taşıdıkları
için kozmik yolculuklarını mutlak bir denge ve uyum içinde sürdürürler. İradelerin
birbirlerine zıt olması, birbirleriyle çarpışması ya da birbirlerini nötralize
etmesi asla mümkün değildir. Ayrıca varlıklar isteseler de bunu başaramazlar.
Varlıksal iradeler birbirlerinden ve Bütün’den ayrı ve
bağımsız değildirler. Çünkü varoluş birliğinden dolayı, bir varlığın bildiğini
diğer varlıklar da bilir, yani her varlık Bütün’ün Bilgisi’ne sahiptir. Bu
durumda tezahür sürecine katılmak gibi müşterek bir amaç taşıyan varlıksal
iradelerin birbirleriyle çelişmeleri kesinlikle söz konusu değildir.
Bizler, iradelerimiz birbirlerini ortadan kaldırıyormuş gibi
bir izlenim edinebilir, birinin yaptığını diğerlerinin bozduğunu zannedebiliriz.
Oysa iradelerin birbirlerini yok etmeleri için birbirlerine zıt olmaları
gerekir ki, bu da imkânsızdır. Yani varlık kendi iradesiyle bir harekette
bulunmuşsa, o irade geri çevrilmeyecek bir şekilde gerçekleşmiş demektir. Başka
bir irade yapsa yapsa, o iradenin hayata geçirilen sonuçları üzerinde bazı
değişiklikler yapabilir, ama o iradeyi yok etmesi asla mümkün değildir.
Herhangi bir iradenin bir diğerini ortadan kaldırdığını farz
edersek, tezahür alemi o anda tümüyle yok olurdu. Çünkü Varlık Bir’dir ve
Bütündür; birinin yokoluşu, Bütün’ün yok oluşudur.
Varlıksal İradeler
Çelişmez; Karşılıklı Etkileşimde Bulunur
Varlıklar Seçme Özgürlüğüne sahip olduklarından farklı
şekillerde tezahür ederek farklı yönlerde yol alırlar ve böylece tezahürün
sürekliliği görevini yürütürler. Tezahür alemi varlıkların bir arada faaliyet
gösterdikleri bir iş yeri gibidir. Her varlık Bütün içersinde, kendisine düşen
Hizmet ve Vazife’yi yerine getirir. Bu Kozmik Faaliyet’in başarıyla
yürütülmesi, varlıklar arasında kendiliğinden mevcut olan mükemmel bir iletişim
ve etkileşimle gerçekleşir. Varlıksal İradeler her an tesir alışverişi
içerisinde bulunurlar. Varlık bu sayede kendi ve kendi dışındaki varlıkların
mahiyeti hakkında bilgi sahibi olur. Böylelikle Bütün’ü, yani kendisini
tanıyacaktır.
Görülüyor ki, kendi dışındaki iradeler, varlıkların
kendilerini bilmelerini sağlayan çok değerli birer imkân olmaktadır. Varlıksal
İradelerin kendilerini birbirleriyle denemeleri, mukayese etmeleri ya da boy
ölçüşmeleri, bu iradelerin çarpışmaları ya da birbirlerini yok etmeleri anlamın
gelmez. Varlık, kendi dışındaki varlıkların mahiyeti hakkında bilgi sahibi
oldukça, sonsuzluğa yayılmakta olan Bütün hakkında ve ayrıca Bütün’le kendisi
arasındaki birlik hakkında o ölçüde geniş bilgiye sahip olur. Temel İlkeler’i
öğrendikten sonra varlık için bu tanıma devresi sona erer ve uygulama süreci
başlar.
Varlıksal İradeler
Tek ve Aynı Merkez’e Yöneliktir
Her varlığın iradesi tek ve aynı hedefe yöneliktir; bu hedef
Bütünsel Varlık Küresi’nin Merkezi’dir. Varlıklar kürenin yüzeyinden Merkez’
doğru zıt yönlerde ilerleseler bile, karşıt gibi görünen bu iradeler, değil
birbirini çelmek, aksine varlıkları Merkez’e yani Birlik Şuuruna daha çok
yaklaştırır.
Her ne yaparsak yapalım, neyi istersek isteyelim, aslında
hepimiz aynı şeyi isteriz. Varlık Seçme Özgürlüğüne sahip olduğu için çeşitli
şekillerde istekte bulunabilir; ama meseleyi evrensel açıdan ele alıp Küresel
bir İrade düşünecek olursak, tüm iradelerin daima Merkez’e, yani gerçek İrade’ye,
başka bir ifadeyle, ilke ve kanunlara yönelik olduğunu görürüz. Varlık Kozmik
Çember’in hangi noktasında bulunursa bulunsun, yaptığı bütün eylemler sonunda
Merkez’e ulaşır.
Bazı durumlarda bir irade, başka bir iradeyi ortadan
kaldırıyormuş gibi görünse de, aslında iradeler kesinlikle birbirini çelemez,
birbirine zıt olamaz, Tüm varlıklar Küresel bir İrade içerisinde aynı Merkez’e
doğru hareket ederler.
Merkez’e yaklaştıkça ayrıntılar ortadan kalkar, her şey
Bir’leşir ve varlıklar ayniyet kazanır.. Böylece varlıklar, Eşitlik İlkesi’nin
sonucu olarak özgürce yaptıkları seçimlerin ya da irade beyanlarının birbirini
çelmediğini, tam tersine kainat ahengini sağladığını fark ederler.
Bu İlke’nin şuurlu bir uygulamasını, Ruhsal Plânlar’ın
işleyişinde görebiliriz. Bir ruhsal plâna dahil olan varlıklar iradelerini
Seçme Özgürlüğü İlkesi’ne göre kullanmakla beraber, plân olarak sonuçta tek bir
hareket vardır. Bir plânı oluşturan varlıklar, tek bir bedenin organları
gibidir; onların bireysel faaliyetleri, bütünsel faaliyeti meydana getirir.
Çünkü plândaki varlıklardan birinin bildiğini hepsi bilir.
Varlıklar tezahür alemi içinde seçtikleri Kozmik Yönde
ilerleyip Merkez’den uzaklaştıkça, aslında o Merkez’e daha çok yaklaşırlar.
Varlıkları Merkez’e yaklaştıran onların özgürce yaptıkları irade beyanlarıdır.
Varlıkların Kozmik Yolculukları tek bir Merkez’e yönelik
olduğu için varlıksal iradeler birbirini çelemez. Şayet birden fazla Merkez
olup, varlıklar diledikleri merkezlere yönelmiş olsalardı, farklı ve belki de
zıt ilkelere göre hareket edeceklerinden, tüm iradeler birbirini çeler ve
tezahür süreci sona ererdi.
Farklı İradeler Kâinatın
Uyum ve Denge Unsurudurlar
Bir olan varlık, çokluk halinde tezahür eder. Bu çokluk;
bölünmüşlük, bağımsızlık ve zıtlık değil, farklı ve çeşitli görünümler altında
öz bakımından Bir ve eşit olan sonsuz varlık sistemlerinin oluşturduğu ahenkli
bir Bütünlük arz eder.
Tezahür alemindeki varlıkların, dolayısıyla varlıksal
iradelerin farklı olması bu iradelerin birbirlerini ortadan kaldırabilecek
şekilde zıt olmaları anlamına gelmez. Çünkü varlıkların amacı tezahür sürecini
kösteklemek değil, tam tersine ona katılarak varoşu desteklemek ve
zenginleştirmektir.
Varlıksal iradeler birbirinin denge unsurudur; öyle ki
Kozmik bir Vazife gerçekleştirilirken bir varlığın yapmadığı ya da yarım
bıraktığı bir işi başka bir varlık üzerine alır ve yapar. Bir varlığın
yarattığı negatif bir etki, öbürünün yarattığı pozitif bir etki tarafından
dengeye getirilir. İşte, dengeyi muhafaza etmek için bir iradenin arkasında
daima yedek başka iradeler mevcut olduğu için tezahür süreklidir.
Esasen varlık herhangi bir yönde iradesini kullanıyorsa,
yani bir hareket halinde ise, mutlaka başka bir varlık da buna zıt yönde bir
irade beyanında bulunur. Ancak bu zıtlık, iradelerin birbirini yok etmesi
anlamına gelmez; tam tersine bu varlıklar zıt yöndeki iradeleriyle Kozmik
dengeyi sağlarlar.
Farklı tını, farklı görünüş ve farklı yapıdaki çalgılardan
oluşan orkestranın seslendirdiği bir beste, nasıl kulağa hoş gelen bir armoni
oluşturuyorsa, varlıklar da farklı irade beyanlarında bulunarak, kâinat
içerisinde bozulması asla mümkün olmayan bir uyum ve denge yaratırlar.
İrade Vazifeye
Uygundur
Tezahür aleminde iradelerin farklılığı, varlığın “Vazife
Yapma Hakkı”na dayanır. Kâinatta her varlık kendisine en uygun vazifeyle
ilgilenmektedir. Varlığın Vazife Hakkı, vazifeyi isteme, alma, engellere karşı
koyma ve vazifeyi yerine getirme hakkıdır. Eğer varlık bir mikrobu canlı
tutuyorsa, iradesini de o vazifeye uydurur. Aynı varlık başka zaman ve mekân
ortamında başka bir vazife yapacaktır. Özünde herhangi bir değişiklik
olmaksızın, vazifesine bağlı olarak varlığın tezahürü ve irade beyanı
değişiklikler gösterir.
Varlık Kendi
İradesiyle Tezahür Sürecine Katılır
Bütün varlıklar sonsuz boyuttaki zaman ve mekân şartları
içinde kendi iradelerine göre, Tezahür Kanunları’nın belli uygulamalarını
yaparlar. Başka bir ifadeyle her varlık kendi özünün bir yorumunu yapar.
Varlık, kendi yorumunu Tanrı emrettiği için değil, kendi iradesi doğrultusunda
yapar. Tezahür sürecine katılım üslubundan dolayı hiçbir varlık kınanmaz ve
azarlanmaz. Kaldı ki, Varlık, Tanrı’nın tezahürü olduğundan, Varlığın dışında
emretme, kınama ya da azarlama görevini yürüten bir sistem de mevcut değildir.
Varlıksal İrade
İlkesi’nin Etik Sonuçları
Temel ilke olarak varlıksal iradeler birbirlerini çelemezler
ve yok edemezler. Hiçbir varlık, her mekân ve zamanda geçerli olan bu ilkenin
dışında hareket edemez.
Oysa dünya yaşamına baktığımızda insanların birbirlerine
zarar verdiklerini, pek çok adaletsizliğin yapıldığını ve isteklerimizin çoğu
kez engellendiğini görüyoruz. Kuşkusuz bu değerlendirme, olaylara egoistik
açıdan bakan dar şuurlu beşerin görüşüdür ve içinde bulunduğu yoğun zaman ve
mekân şartlarından dolayı, gerçekliği böylesine sınırlı ve dar bir şekilde
algılamaktadır. Yaşamının amacı hakkında bilgi sahibi olmayan, haz ve elem
içerisinde hareket eden beşer, realiteyi kendi zanlarına göre yorumlayarak
hatadan hataya yuvarlanmaktadır.
Doğmadan önce hayat planını Varlıksal İlkeler çerçevesinde
tanzim eden varlık, bedene bağlanınca şuuru daraldığından Kozmik Vazifesi’ni
uygulamakta güçlüklerle karşılaşmaktadır. Bununla beraber insanın yaşam amacı, beden
içersinde dahi Ruhsal Kanunları tanımak ve onları uygulamaktır.
Esasen bize haksızlıkmış gibi gelen ve isteklerimize ket
vuran olaylar; Varlıksal İlkeler’i öğrenmemiz için şemsiyesi altına girdiğimiz
Yüksek İradeler’in hazırlamış olduğu mizansenlerden başka bir şey değildir.
Hiçbir insan aslında ne yaparsa yapsın, başka bir insana
zarar veremez. Biz başkasına ancak zarar verdiğimizi zannederiz. Oysa cana ya
da mala verilecek herhangi bir zarar, o
varlığın özünde hiçbir değişiklik meydana getirmez. Varlık maddi bir zarar görse de, görmese de,
buğulanan bir camı siler gibi, öz hep aynı kalır. Ama insan kendisinin ruh
olduğunu bilmeyip, beden olduğunu zannettiği için olaylara bedensel ve bireysel
çıkarcı bir gözle bakmakta, hayatı sen-ben ayrımı içinde geçmektedir.
Oysa insanların yaptıkları her şey, farkında olsalar da,
olmasalar da, birbirlerine yardımdan başka bir sonuç veremez. O halde bu gidişi
şuurlu hale getirmek ve birbirimizle Yardımlaşma ve Dayanışma içinde olmak,
bilgece bir tutum olacaktır.
İnsan olarak hepimiz öz bakımından bir olduğumuzdan ve tek
Bir İradesi olan Kozmik bir bedenin hücreleri gibi olduğumuzdan, başkalarının
iradesine ket vurmak ve onlara zarar vermek, aslında kendimize de zarar vermek
olacaktır. İnsan insanın kardeşi olduğu için, hepimiz birbirimizden sorumluyuz.
Varlıksal İrade Uygunluğu İlkesi’ne göre insan irade
beyanlarından dolayı sadece kendisine karşı sorumludur. Yani insan düşünce ve
davranışlarından dolayı sadece kendisine hesap verir. İnsanı fiillerinden
dolayı ödüllendirecek ya da cezalandıracak herhangi bir sistem kesinlikle
mevcut değildir. Çünkü varlık hareketlerinin sorumluluğunu yüklenebilecek
kudrettedir.
5. VARLIK BİLDİĞİNDEN SORUMLUDUR (İLKESİ)
Kâinatın bütün sorumluluğu tek bir varlığın üzerine
yüklenmemiştir; her varlık omuz vermiş ve bu Kozmik Sorumluluk Paylaşılmıştır.
Varlık tezahür aleminin derinliklerine daldıkça zorlanır ve
yüklendiği sorumluluğun kapsamı daralır. Dönüşünde ise, Tezahür Merkezi’ne
yaklaştıkça artan bilgisine paralel olarak sorumluluğunun kapsamı genişler.
Aslında bir noktadan sonra sorumluluk da ortadan kalkar, çünkü bundan böyle
varlık gerekeni yapmaktadır.
Sorumluluğun Olmadığı
Hal
Önce Varlık vardı; henüz tezahür etmemiş tek Bir Varlık, tek
Bir İrade, tek Bir Bilgi. Kendi içine kapanmış mutlak hareketsizlik ve sükunet halinde tek Bir nokta. Öz’ünde taşıdığı
Varlıksal İlkeler’i yorumlamaya hazır bir Kutsal Tohum, tezahür etmeye razı bir
Kurban.
Ancak Varlık henüz iradesini kullanmamış, ilk sebebi
yaratmamıştır. Başka bir ifadeyle, ortada hiçbir etki olmadığı için, hiçbir tepki
de yoktur, yani Nedensellik henüz başlamamıştır. Kuşkusuz bu durumda sorumluluk
da mevcut değildir. Var Olma ve Var Etme Bilgisi’ne Bilgisi’ne sahip olan bu Kozmik
Tohum, tüm varoluşun sorumluluğunu yüklenmeye hazırdır.
Sorumluluk Başlıyor
Sonra Varlık “Olmayı” diledi. Kozmik Yumurta çatlıyor… Ve
Işık Oldu! Görünmeyen Işık, görülür hale geldi. Merkezdeki Nur zerrelere
ayrıldı ve kıvılcım kıvılcım sonsuzluğa dağıldı. Ve bir nabız gibi atan ışıl
ışıl kainat doğdu.
Tezahür öncesi Bir olan Varlık, tezahür sonrası, çokluk
görünümündeki varlığa dönüştü. Böylece statik bir durumda saklı olan sonsuz bir
potansiyel enerji, sonsuz varyasyonlar halinde dinamizmini ifade eden sonsuz
bir kinetik enerji haline geldi.
Varlıklar özlerinde Seçme Özgürlüğü İlkesi’ne sahip
olduklarından, Tezahür Merkezi’nden itibaren diledikleri yönde yola koyuldular.
Varlıkların kendi iradeleriyle attıkları ilk adım, aynı zamanda onların
sorumluluk yüklendikleri ilk an oldu.
Varlığın Özündeki
Bilgi Tezahür Aleminde Örtülür
Tüm varlıklar özlerinde Tanrılık Bilgi’yi taşırlar. Ne var ki, bu bilgi varlıklar tezahür
edince örtülür; sonsuz parlaklıktaki Nur tezahür aleminde perde perde gizlenir.
Ancak bu, tezahür sürecinin bir gereğidir. Çünkü varlıklar seçtikleri kozmik
yönde ilerlerken, farklı yoğunluklarda tezahür eden zaman ve mekân şartlarıyla
karşılaşırlar. Zaman ve mekân da varlıktır; onlar da Seçme Özgürlüklerine bağlı
olarak tezahür alemine yayılmış olup, diğer varlıklarla karşılaşmaları
kaçınılmazdır.
Varlığın özünde taşıdığı Tanrılık Bilgi, çok yoğun zaman ve
mekân ortamlarında, çok sisli bir havada ışığın yolu aydınlatamaması gibi,
iyice örtülür, varlığın hareketi yavaşlar ve üzerine düşen sorumluluklar
azalır. Buna karşılık az yoğun zaman ve mekân şartlarında varlığın özündeki
Tanrılık Bilgi, yani varlıksal İlkeler bütün görkemiyle ışıldamaya başlar,
varlık hızlanır ve büyük sorumluluklar yüklenir.
Varlıkların Bilgi ve
Sorumluluk Farklılıkları Eşitlik İlkesi’ni bozmaz
Varlıkların tezahür aleminde, farklı zaman ve mekân şartları
içerisinde, bilgilerini farklı seviyelerde kullanabilmeleri ve buna bağlı
olarak farklı kapsamda sorumluluklar yüklenmeleri, yani böylelikle ortaya çıkan
hiyerarşi, Varlıksal Eşitlik İlkesi’ni ihlâl etmez. Çünkü özleri bakımından
mutlak şekilde eşit olan ve seçtikleri yönde tezahür eden varlıkların, farklı
zaman ve mekân ortamlarıyla karşılaşmaları onların eksikliğinden değil, tezahür
sürecinin kendisinden kaynaklanır. Ayrıca karşılaşma bütün varlıklar için
geçerlidir.
Varlık, içinde bulunduğu her türlü ortamın şartlarına
mükemmelen uyabilecek kabiliyette bir yapıya sahiptir. O, bilgisini daraltarak
sadece bir atomun sorumluluğunu taşırken, dilerse bilgi seviyesini yükselterek
bir gezegeni yönetme sorumluluğunu da yüklenebilir.
Varlık Sadece
Kendisine Karşı Sorumludur
Varlık Tezahür Merkezi’nden kendi iradesiyle ayrılmış ve
kendi seçtiği bir yönde Kozmik Yolculuğu’na başlamıştır. Kâinatta ilk hareketi başlatan Varlık, kuşkusuz bunun
sorumluluğunu da yüklenmiştir.
Tezahür etmesi için varlığa dışarıdan hiçbir zorlama
yapılmamıştır; varlık dışı hiçbir sistem ona belli bir yönü seçmesini
emretmemiştir. Tezahür sürecine katılım kapsamından ya da özgünlüğünden dolayı
hiçbir güç ona hesap sormayacak ve yargılamayacaktır. Çok yoğun zaman ve mekân
şartlarında bilgi seviyesini düşürerek küçük sorumluluklar aldığı için varlığı
cezalandıracak ya da az zaman ve mekân şartlarında bilgi seviyesini yükselterek
büyük sorumluluklar yüklendiği için ödüllendirecek bir sistem kesinlikle mevcut
değildir.
Varlık kainat içerisindeki hareketlerinden dolayı mutlak
olarak sadece kendinse karşı sorumludur, zaten kendi dışında herhangi bir
varlık da yoktur.
Varlık bildiğinden sorumludur
Kainat bir Hizmet ve Vazife ortamıdır. Her varlık tezahür
ederek bu Kozmik Vazife’nin kendisine düşen payıyla meşgul olur. Vazifesini
kendi seçen varlık, bilgisini de vazifesine uyacak seviyeye ayarlar. Bu durumda
varlık, Kozmik Vazife’nin sadece kendi bilgisine göre yürüttüğü kısmından
sorumludur; kendi bilgisinin dışında kalan kısımlar varlığın sorumluluğunda değildir. Başka bir ifadeyle,
varlık, tezahür sürecine bilgisi oranında katılır.
Bütünün denge ve uyumu, ancak her varlığın bilgisinin
sorumluluğunu yerine getirmesiyle sağlanır. Bilginin sorumluluğunu yerine
getirmek demek, varlığın , Kozmik İlke ve Kanunlardan kendi seçtiklerini en
mükemmel şekilde uygulaması demektir.
“Varlık bildiğinden sorumludur” ilkesi’nin etik
sonuçları
İnsana sorumluluk yükleyen bilgi, kitabi bilgi değil, bizzat
uygulanarak ya da derin bir sezgiyle gerçekliği varlık tarafından idrak edilmiş ve hazmedilmiş olan bilgidir. Böyle
bir bilgi, hangi kaynaktan gelmiş olursa olsun, artık o insanın öz malı haline
gelmiş ve bir yaşam düsturu olmuştur. Yeri ve zamanı geldiğinde insanın o
bilgiyi kullanması gerekir; kullanmadığı takdirde hesap sorulmayı hak eder.
Çünkü insan bildiğinden sorumludur.
Hiç kuşkusuz insan bilmediği için yapmadığı ya da bilmeyerek
yaptığı hareketlerden dolayı sorumlu tutulamaz.
İnsan, kendisinden daha güçlü bir iradenin tehditleri ya da
vaatleriyle yaptığı hareketlerden dolayı da sorumlu değildir. Çünkü insan kendi
bildiğine göre değil, o üstün gücün iradesine göre davranmıştır. Bu durumda
hesap sorulması gereken taraf, insan değil, insan üzerinde hegemonya kurarak,
hareketlerini kendine has metotlarla yönlendiren o zorba iradedir. İnsanın
hareketlerinden sorumlu tutulabilmesi için bilerek davranmış olması gerekir.
Evrensel Yardımlaşma ve Dayanışma Kanunu’na dayanarak,
varlık, tekâmül etmek için çok gelişmiş bir öğretici sistemin şemsiyesi altına
girebilir. Bu durumda o üstün güce yakışan; varlığa karışık, eksik ve hatta
yanlış bilgiler vererek şaşkına çevirmek, sert emirleriyle varlığın kendisine
güvenini kaybettirmek, her davranışını bir kurala bağlayarak sınırlamak,
dediğini yaptırmak için korkutmak ya da ödül vaadiyle oyalayarak insanı iki
yüzlü yapmak değil, apaçık bilgi verdikten sonra varlığı vicdanen özgür
bırakmak, ona bilgisini uygulayabileceği bir ortam hazırlamak ve hareketlerinin
sorumluluğunu yüklenebilecek şekilde güçlendirmektir.
Bilen insan kasten hat yapmaz; şayet hata yapıyorsa, bu,
bilmediğinden ya da şartların elverişsizliğindendir.Yani insan dünya hayatında
sürekli sürçüyor ve pek çok hata yapıyorsa, bunun sorumluluğunu tümüyle insana
yüklemek insafsızlık olur. Her şeyden önce insan çok yoğun bir zaman ve mekân
ortamı içerisindedir. Kaba bir fizik bedendeki dar şuuruyla, dünyanın ağır
maddi titreşimleri karşısında büyük bir savaş vermektedir. İçinde bulunduğu
şartlar, özündeki Tanrılık Bilgi’yi dışarıya yansıtmasına engeldir. Kısıtlı
şartları ölçüsünde varlıksal tezahüre katılımda bulunan insana hesap sormak
değil, onu kutlamak ve kutsamak gerekir.
İnsanın sorumlu tutulabilmesi için iyinin ve kötünün,
doğrunun ve yanlışın ne olduğunu bilmesi şarttır. Bu bilgi ona açıkça verilmediği
takdirde, hatalarından dolayı insana hesap sorulamaz. Yapılması ve yapılmaması
gereken işlerin upuzun sıralandığı çeşit çeşit listeler vermekle insan
gelişmez. İnsan, kendisine Varlıksal İlkeler ve Tekâmül Kanunları açıklanıp,
yaptıklarından tamamen kendisinin sorumlu olduğu öğretilince hızla
yükselebilir.
İnsan bilerek yaptığı işlerden dolayı sadece kendisine karşı
sorumludur. Bilmeden yaptığı ya da yaptırıldığı işlerden dolayı ise hiç kimseye
karşı sorumlu değildir. Ayrıca, insanın dışında onu yargılayacak hiçbir sistem
de yoktur. Varlık, hareketlerinden dolayı sürekli olarak eleştirilecek,
kınanacak ya da yargılanacak bir tutsak değil, kendi iradesiyle tezahüre
katılımda bulunan bir kâinat mimarıdır.
İnsan hür bir varlıktır. Kendi iradesiyle tezahür ederek,
kendi bilgisi oranında Kozmik bir Vazife’de rol almıştır ve bu vazifesinde
sadece kendisine karşı sorumludur. Yaptığı hatalar vazifesini yavaşlatsa da
engellemez, ama bu durum o insana ıstırap erir. Oysa Kozmik Vazife hepimize ait
olduğundan, herhangi bir varlığın vazifesini aksatması, hepimizi etkiler. O
halde varlık olarak aynı öze sahip olduğumuz o kişinin vazifesini aksatıp
ıstırap çekmemesi, bundan dolayı kendimizin ve diğer insanların olumsuz yönde
etkilenmemesi ve en önemlisi Vazife’nin sekteye uğramaması için Yardımlaşma ve
Dayanışma içinde yaşamamız gerekir.
Bilen insan bilmeyen insandan da sorumludur…
(Ruh ve madde Yayınları /sayfa: 389-423 )
Bilinç Üniversitesi Kurucusu
Bilinçolog Galip Diğerkâmbaran
E-POSTA: galipbaran@windowslive.com
Bilinç
Üniversitesi’nin:
(a) İşlevi: “Bilgi Çağı” üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim
Dalına dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü”
ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler
kurmalarına yardımcı olmak; böylece, yalnız bilgili değil aynı zamanda bilinçli
mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda
bulunmak.
(b) Kuruluş amacı: Güçlünün haklı olduğu değil, haklının güçlü
olduğu, eşdeyişle, dünyevi değerlerin yerini uhrevi değerlerin aldığı bir dünya
düzeni kurmak.